11 Şubat 2015 Çarşamba

Baraj kapağı ve peynir reyonu





Deniz nerede? Deniz, uzakta, bankacı olmuş, elinde çanta, boynunda kravat, yüzümü hayal meyal anımsıyorsa iyi. Oysa Beyoğlu'nda bir kahvecide çok dumanlı bir geceyi sabaha ulaştırmaya çalışırken, böyle değildi düşlediğimiz.

HeHe nerede? İzmir’de. Avukat olmuş, elinde çanta boynunda kan izi, tıraş olurken yine yüzünü kesmiş, sigarayı bırakamıyor, inatla. İnatla Alsancak’a inip, eski zamanlardaki gibi olacakmış gibi sanki, sanki gözlerini hızlıca açıp kapatsa, hepsi silinecek ve o kumsala döneceğiz gibi sanki, sigarasını ciğerlerine öfkeyle çekiyor.

Meözen nerede? Ankara’da. Kar altında bir kuruyemişçiden Davidoff alıp her akşam, siyasi buhranlara gömülen soluğunu ODTÜ’de bir ıssız ağaçlıkta dinlendiriyor. Uzak, çok uzak bir iklimde.

Kaybettik. Anlayın. Dağılan üçüncü sınıf şairler toplulukları gibi, umutsuz, yaban, ağızda kalmış kekre bir tatla, kaybettik.

Kaybetmenin ayaklı fihristiydik belki de. Tanrı belki de bunun için göndermişti bizi bu gölgeliğe.

Bilmiyorum. İçim tastamam bir kahırla bile dolmuş değil. Anlıyorsun değil mi? Bu Neptün ağırlığı, bunaltılı bir yaz gecesi gibi tembel ve perişan.

Hızla dağıldık. Yan yana fakat zıt yönlere koşan trenler gibiydik. Saçma sapan el sallamalar bile oldu tren penceresinden. Gün Batımında Trene Veda, bu işte dünyanın en acıklı sözlerinden.
Her şey dağınık.

Zihnim. Hatıralarım. Saçlarım. Hiç yaşanmamış gibi. Hiç biri. Hiç. Anımsamıyorum bile göğsümün üzerinde biriken o ağrıyı. Anımsamıyorum bile yüzlerinizi. Ne garip bir kuyu bu. İçine bebek ağlaması sesi yüklenmiş MP3le işkence yapar gibi.

Bazen, bu kedere benzeyen şey kapıya omuz atıp girince içeri, koşaradım çıkıp bulmak, düşüp yola varmak istiyorum. Bazen oluyor işte öyle şeyler bilirsiniz. Çıkıp kar altında, varana dek kaybolmamış olanın kapısına, yürümek..

Ama elimden gelen yalnızca, hızla kalkıp içine göçmüş koltuğumdan, en yakındaki bakkaldan bi paket daha sigara almak. /Keşke yalnız bunun için sevseydim seni/

Şiir, durmuyor artık üzerimde. Çizgili pijamayla iş yerinin ortasında uyanmak gibi bir his artık şiir. Şiir, başkasının kalbini deşerken yalnızca, sigara kıvamında. /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/

Hiç işe gitmek istemiyorum bazı sabahlar. Bazı akşamlar, sabah olunca işe gideceğimi bildiğimden, uyumak gelmiyor içimden. Sokağa çıkmak, elleri ceplerinde bir aylaklıkla yürümek, yürümek, yürümek istiyorum. 

Saate bakıyorum. Alarm kuruyorum. Art arda alarmlar kuruyorum. Üçer dakika arayla alarmlar kuruyorum. Beynim alarmdan bir distopya kentine dönüşüyor. Alarmlarımı düşleyerek uyuyorum. Henüz rüya görmeye başlamadan alarmlar çalıyor. Tanrım bu alarmlar kimin için çalıyor?!

Bazı sabahlar, işe gidemeyecek kadar hasta, sokakta haytalık edebilecek kadar dinç olmayı arzuluyorum.

Saat geç oluyor. Alarmlarımı kurmalıyım. Yoksa kuyuya düşen çocuk ölür. Neden ölecekse. 

Metrobüs aç kapıyı ben geldim, uzak karanlıklardan kanser alarmlarından geldim aç kapıyı. Saat geç oluyor, alarmları dişime geçirip yatmalıyım. /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/zaten su faturasını yatırmadım hala, kapanan interneti de borç alıp açtırdım/keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Bu akşam eve yürürken marketin önünden geçtim. Sonra aklıma geldi, yoğurt filan alacaktım. Markete döndüm. İçeride saçma bir müzik çalıyordu. Bir market arabası çektim sıradan. Bebe bisküvisi, süt, beyaz peynir, kaşar peyniri ve meyve suyu. Çok tuhaf bir şey oldu. Tam peynir reyonunun önüne gelmiştim ki kahırdan bir yağmura tutulmuş gibi kalakaldım. Peynirlerin fiyatlarını ve kalitesini karşılaştırıyormuş gibi yapmaya çalıştım bir müddet. Beceremedim. Karnıma saplanmış bir ülser ağrısı gibi soluğum kesildi. Dirseklerimi market arabasına yaslayarak ayakta durmaya çalıştım. Kahırdan bir nehri yürüyerek geçerken patlayan baraj kapaklarına kurban edilmiş gibi hissediyordum kendimi. Dirayetimi korumaya çalışmak için peynirlere dikkatimi verdim. Avuç içi kadar ezine peyniri 19.90TL’ydi. Bu, kederimi bastırmaya yetmedi. Hızla sürdüm market arabasını, peynir reyonundan daha sakin bir yere doğru. Ton balıkları ve turşuların olduğu mekan sote bi yerdi. En alt raftan bi’şey alıyormuş gibi oturdum yere. İkinci dünya savaşında kalma rus tanklarının paletleri geçiyordu sanki üzerimden ve lanet geçiş bir türlü bitmek bilmiyordu. Bir müddet orada öyle kıpırtısız, indirimdeki ton balıklarıyla göz göze, oturdum. Tank konvoyunun geçiş töreninin bittiğine emin olmadan neredeyse nefes bile almadım. Biraz daha oturdum.
Sonra kalkıp kasaya gittim ve 62TL 30 kuruşluk fiş aldım. /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/belki ben de kasadan fiş alarak yağmuru ve selvileri zor durumda bırakmışımdır kimbilir.

Bilen bilir, bizim gibileri İsmail. Kaybedişin ayaklı fihristiyiz biz. Sıradan. Çok taşlı, verimsiz bir bozkır gibi. Yağmuru çağırabilecek bir adımız yok. Liman’a inmeye takatimiz yok. 

Alarmları kurun hadi geç oldu. Gün ışımadan düşmeliyiz yola. /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/ ölecek işçilerin haberini yapacak birileri lazım bu ziftten kente.  

Bazıları öyledir, düş kurar. Nehrin çağıltısına kapılmış bir güzel tını gibi. Nehrin kaynağına varır.
Oysa şimdi bu kırgın ve dağılmış soluğumda, ne bir düşün izi, ne şen sesi fecrin. Ölümü bekleyen yaşlı ve suskun adamların sustuğu gibi, düşsüz.

Çocukken sorulan büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusu / keşke yalnız bunun için sevseydim seni/
Büyüdük. Ne bir oyuncakçı dükkanım oldu ne de pilot olabildim. Al işte hepsi bu. Biraz bozuk para, birkaç dal sigara, yarısı bitmiş bir çakmak, gri bir kitap, ödenmemiş iki fatura..Geleceğe dair hiçbir düşüm yok. Zaten o kadar uzun yaşayabileceğimi sanmıyorum. Gelecekteki umduğunu yaşayan tek bir tanıdığım yok. Zaten çok fazla tanıdığım da yok. /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/

Sıkıcı bi’yer bu yeryüzü.

Deniz yok, HeHe yok, Meözen yok, Parktaki çocuk da yok. Artık hiçbiri ve artık hiç kimse..
Tanrım, zembereği boşalmış bir taşeron işçisiyim. Alarmlarımı kurmalıyım artık çok geç oldu. Saatimde uyanmazsam eğer / şehirden beni kovarlar 
izin kağıdım yanar konuşacak olursam /

Bir gece geldiler, on iki kişiydiler. Üç ekip otosu. Gözlerimi, floresanla oydular. Bildiğim bütün kelimeler, bir floresan aydınlığında, yandı.

Yazının en sıkıcı yerine geldim /keşke yalnız bunun için sevseydim seni/

Hepimiz bu filmin sonunu göreceğiz diye başladık, yaşamak bu deyip.. Bu bir döngü. Bitmeyen filmler ve geleceksiz, kaybedişin ayaklı fihristleri.

İyi geceler. 

Yağmur, nehre yağınca, çamur olur. Işıklar cisimlerin üzerine düşer. Cisim olur. Işık olmasa, çamur da olmaz, yağmur da. Işık olmasa, nehir de olmaz, düş de. Döngü. Sar yeni baştan. Alarmlar gelsin.
 Sahne 26/Gece/İç mekan; müzik biter, ışık kapanır. Hiçbir şey olmaz.

İyi geceler.

00:28

12.02.2015


İstanbul