27 Kasım 2011 Pazar

beni bıraktılar.
başaşağı bir yağmur içinde 
nasıl bırakılırsa 
öyle.
birdenbire kış geldi
sesimi koymuştum buralarda bir yere
bulamıyorum.
yol oluyor bir yanından ölüm tutunca
bir yanımda merkez kaç kuvveti
kaçıp nereye saklanabileceksek sanki.
Nuh'un oğlu geliyor gözümönüne
bir fırtınanın kahrına kurban kuşların ağıtı gibi
beni bıraktılar.
tüm sosyalfobi suskunlarına örnek teşkil etmesi amacıyla
başaşağı bir kar altında
dört parçalı kristal buz kütlesi oldu gözlerim
su akıp gitti yolun kenarından kire bulanarak
kirlendiği yerlerin anılarını susarak
beni bıraktılar.
zamanın akışı dört dünya quarkı boyunca sabit kaldı iç cebimde
biraz tütün bulaşmıştı elime ve yüzüme
yol kenarında birini bekler gibi
sonbahar bitti birdenbire
kış geldi
kanserli bir hücre nasıl çoğalmayı vasıf bilirse kendine sonsuzca
beni bıraktılar.
aynaya bakamadım.saçlarım nasıldı baş aşağı.
gözlerim nasıl böyle kanlanıyordu sahi
sonra yol bir de.kıvrım ve karanlık ve başaşağı.

ikibinonbirkasımyirmiyedi-fulya

22 Kasım 2011 Salı

eskiden yazılar yazardık parşömenlere. parşömen göğe dağılsın ve zerre adedince hatıramız ve zerre ömrünce anı olarak..

Eddie Vedder - The Times They Are A Changin'

eskiden böyle şeyler olmazdı. işten çıkmazdık mesela eskiden.henüz eskimemişken. bir kaç defa da olsa bilye oynamışlığım vardı mesela. eskiden küçüktük ve gizli gizli sigara içmek hayatımızın en büyük heycanıydı. sis çökerdi sonra istanbula,sisin içinden koşardım,en sevdiğimdi. böyle değildi hiç bir şey önceden. böyle birdenbire karanlık çökmüyordu böyle penceresiz olmuyordu odam,ev böyle sessizliğe boğulmuyordu,göğsümün üstünde her an beni boğmak için bekleyen rutubetli bir piton yılanı durmuyordu. power rangers oluyorduk,bir kere şeker veren kıza aşık olabiliyorrduk,sayıların hiç bir önemi yoktu kelimelerin yanında ve tahtaya her son derste çizilen tweetyle konuşan insanlar saçma gelse de yağmuru seviyordum. doludan korkuyordum. hava gün ortasında kararınca kıyamet kopacak sanıyordum ve izmirden nefret ediyordum. izmire kar da yağmıyordu zaten. izmir..bir buruk yalnızlaşlma-yozlaşma öncü çocukluğu. ilk aşk,ilk şiir,ilk gizli defter,ilk suskunluk. ilk kez arkadaş diye bir şeyin varlığına da orda hasıl olmuştum ya. konakta yüzüklerin efendisini izlediğim şan sinemasını nasıl unutabilirimki. ya da karşıayaka D&R'ı. haftasonuydu. yurttan izinliydim. alsancaktan vapura binip karşıyakaya geçmiştim. eve gitmeyi sevmiyordum,haftasonları bile. çocuktum.küçücük ellerim kocaman dişlerim vardı. vapur dehşet derecede güzel gelmişti bana. bulutlu bir havaydı. dokunsan yağmur yağıcaktı körfeze. körfez o zamanlar nasıl bunaltıcı olurdu. vapur ne güzeldi. alsancakın kaldrımları sonra.. karşıyakada indim vapurdan. iskelenin üstünde D&R vardı. zaten başka hiç bir yer bilmiyordum karşıyakada. öyle daldım içeri. alt katta müzik-film cd leri vardı. asma kata çıktım. her yer kitapla doluydu. küçücük kalmıştım onların yanında. ağır koyu yeşil ve ahşap renkliydi her yer. kadife kelimesini hatırlatıyor orası şimdi bana. elimde küçük beyaz bir poşet,poşetin içinde kocaman erikler vardı. hem kitaplara bakıyor,rafların önünden yürüyor hem de poşetimdeki erikleri yiyordum. da vincinin çizimleri olan bi kitap vardı biraz ona bakmıştı hatta çıplak insan figürlerine gülmüştüm gizli gizli. o kitabı bırakıp biraz ilerledim. bu sefer national geographic e ait devasa bi fotoğraf albümü görmüştüm. kitap neredeyse boyum kadardı. güç bela aldım kitabı,hemen orda yere oturup fotoğraflara bakmaya başladım. sağ yanağımı şişiren eiği yemeği unutmuştum,öylece duruyordu orda.çünkü harika fotoğraflar vardı. kocaman bir şelale..devasa koyulukta inanılmaz yeşile boyanmış ağaçların altında upuzun,ıssız,sessiz,puslu bir nehir sonra..sonra birden yükselmeye başladım,kitap kucağımdan düşüyordu,tutmaya çalıştım beceremedim,güç bela erik poşetime yapıştım. iki kolumda iki adam vardı ve beni yukarı kaldırıyorlardı. gri gömlekleri,bellerinde silahları ve yıldız şeklinde plastik sarısından rozetleri vardı. nolduğunu anlamamıştım. gerçekten her şey ama her şey anlamsız geliyordu. beni bi odaya götürdüler. neredeyse karanlık derecesinde loştu. havalandırmanın kulakları sağır eden gürültüsü duyuluyordu. deli gibi korkmuştum. ama dik durmaya çalışıyordum. ne kadar dik durursam durayım yine de amaların göğsüne kadar bile gelemiyordum. ani bir hareketle ceplerime ellerini daldırdı iki adamdan biri,bir diğer adam daha vardı,o da kapının önünde duruyordu.karanlıktı. sonra erik poşetimin içine baktılar. hala anlam veremiyordum olup bitene. sustuk bir müddet. o anda havalandırma da susmuştu. tüm dünya susmuştu sanki o an. bir diğer rozetli " tamam gidebilirsin" dedi sonra. bulanık bir rüyaydı tüm dünya,nereye gideceğimi bilmeden kapıya yöneldim,mağazanın içine açılıyordu kapı. deli gibi dolaşmak istiyordum mağazayı ama korkmuştum. hemen aşağıya,iskeleye indim. bankta oturdum biraz. rüzgar çıkmıştı. deniz dalgalanmıştı. o zaman anladım,beni hırsız sanmışlardı. içimde bir yer fena bir şekilde incinmişti. işin belası o zamanlar küfür etmeyi bilmiyordum. 
ilk vapurla geri dönmüştüm alsancak'a. büfeden dometesli,kaşarlı tost yemiştim. sonra yurda geri dönüp walkmanime yeni pilleri takmıştım. o zamanlar sadece müzik dinlerdim. neredeyse kimseyle konuşmadan. zaten konuşmayı pek sevmezdim. ama masa tenisi oynamayı da severdim. etütleri kırıp masa tenisi oynamak çok keyifli gelirdi. yakalanınca dayak yemesi başka bir konuya mevzu bahis tabi. siz hiç küçük bir çocuğun etütten kaçıp masa tenisi oynadı diye dayak yediğini gördünüz mü? ben gördüm,çok tuhaftı.
okulun bahçesinin karşısında bir zeytinlik vardı. orayı severdim. arka bahçede bir yer vardı,orayı neredeyse kimse bilmezdi. zeytinliğe geçilebiliyordu ordan. her akşam okul çıkışında oraya giderdim. bir kaz'ın yuvası vardı orda. bir sürü yumurtanın üstünde otururdu. her okul çıkışında gidip onu izlerdim biraz,sonra yurda çıkardım. bazen aşçıyla karşılardım,aşçımız çok iyi bir adamdı. Nuh Usta. çiçekleri çok severdi. bi gün beni alıp terasta bir yere götürmüştü. çocuk olmama rağmen benimle büyükmüşüm gibi konuşurdu. terastaki çiçeklerini göstermişti bana o gün ve o gün ilk defa hayatımda kadife gülü'nü görmüştüm.siyaha yakın bir kırmızılıktaki bu gül benim aklımı başımdan almıştı. öyle çok beğendiğimi gören Nuh Usta solmakta olan kadife güllerinden bir tanesini koparıp bana vermişti.öyle mutlu olmuştum ki. Nuh Ustayı ne zaman görsem, "Nuh amca ne ne zaman kabak tatlısı yapıcaksın" derdim. çok güzel kabak tatlısı yapardı ve bana en az üç porsiyon verirdi. kim bilir şimdi nerde. 
yurdun sokağındaki caminin duvarında bir yazı yazardı,yıllar geçse de unutmadığım, "istemem nakl-ü cenazemde çeleng-ü aheng/debdebe ile gidilir saha değildir makber"
hatırladıkça hatıraları hatrıma gelir bu cümlecik. kabak tatlısı,kadife gülleri,arka bahçedeki erik ağacı,korkudan tirtir titrediğim yurttaki ilk ve uykusuz gecem..şimdi hepsi uzak çok uzak bir düş gibi..şimdi hepsi bende..şimdi hepsi içimde bir kapı.
hatırlarım hala o zamanki aşklarımı dahi. E. A. vardı. garip bir kızdı. yarı umursamaz yarı utangaç,nerden baksan erkek gibi kız diceen nerden baksan duygusuz ama bi okdar aşık gizli gizli,çocuk kalplerle aşk nasıl uyuşursa öyle kücük,heycanlı..boks falan yapardı.hatta bi defasında onu sinirlendirmiştim ve dudağımı patlatmıştı. şimdi tuhaf bi tebessümle andığım zamanlar..en son on altı yaşımda görüşmüştük onunla. benim için kocaman gri bir atkı örmüştü.istanbuldaydım artık. ilk defa kargo almıştım o zman hayatımda. atkının içinden "bir leyla düşlemesi" die bi kitap çıkmıştı. ne sunta adammışım kıza bi geri hediye bi şey yollamamıştım. çok da görüşmemiştik sonra zaten. 
Bir memduh var.ama onu sonra anlatıcam.

şimdi tüm bunları niye anlattım bilmiyorumki.
aslında anlatmak istediğim daha milyonlarca şey var. ama,

"Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlaterı ve Ackleyyi bile, sözgelimi. Sanırım o lanet Mauricei bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."


http://www.geolocation.ws/v/P/50297844/karyaka-vapur-skelesi/en







21 Kasım 2011 Pazartesi

içimden bi hikaye anlatmak geçiyor.
-bi kadın vardı. yok gibi bişeydi.
die başlayan.ama çok uykum var şimdi.şimdi yalnız uyucak olmak da işin cabası.
dünya bir şekilde dönüyor.boşver tüm bunları.biraz bira.biraz müzik fln. içimde bi yerlerde mesela göğsümün yedi kat altında bi hikaye var,adını bilmiyorum.insanlar yaşıyor orda,rutubetli seslerini duyuyorum.ama şimdi içimden hiç bir şey anlatmak geçmiyor.şimdi uyumak istiyorum ben. şimdi hiç uyumak istemiyorum. aslında soluk bi çorbacıda şiir yazmak istiyorum,sarımsaklı sosun başucunda. karışık turşu da olmalı ama. üstüne adana dürüm?bu saatte midemi rahatsız eder.aman ya ederse etsin.biranın mayası mideyi rahatlatıomuş öle diolar.canım çok sıkılıyor.gidip bişiler yemek en iisi. sonra uyurum. canım hiç bir şey anlatmak istemiyor şimdi.
bu akşam böyle bi boşweresim war her şeyi.aslında öyle diil.aslında bu akşam herkesi umursayasım var insanlar dışında hiç bir şey mesela.. mesela gülmek istiyorum bu gece. hep iç bayıltıcı saçma kelimelerimle sıkıldım la ben bile. bu akşam böyle bi gülelim fln dedim hepberabercene.gülmeyi pek yakıştıramasam da yüzümde.
mesela bu akşam görkem aradı.kalk gel önderleyiz dedi. gitmicektim önce,derviş zaim filmlerini izlemem gerekiodu eleştirilerini okumam gerekidou fln fln.. sonra aman boşwer ya dedim.nolucaktı sanki okul fln uzasaydı zatn uzucak okulum her türlü. gittim.görkem ve önder.o melul yarıkahkaha yarı durgunyüzleriyle ve pek tabii bi ton içilmiş çay ve sigara artığı ile. çay en ucuz olan çünkü. ama görkem,paşamız yani,her seferinde bi kaç bardak çay içtikten sonra mutlaka bol şekerli türk kahvesi içio tabi bazı bazı pasta browni gibi şeyler de söylüo yanına. bu aşamki gibi. pasta söyledi garsona yine.ben de çok doalca,iki servis alalım lütfen dedim. o anda görkemin gözlerni görmelydiniz.ilk defa tren gören bi insanın dehşet dolu gözleri gibi ve içinden her an fışkırabilecek dexter vari bir canlı,edasyla baktı.korktum.irkildim.neredeyse tamam abi bütün hesaplar benden dicektim.ama sonra vazgeçtim çünkü bütün hesabı ödemektense beni yaralaması fln daha ii olabilridi.neyse saçmaladım. oturduk öyle bi müddet dışarda.kimsenin neredeyse yok denecek kadar sigarası yoktu. havadan sudan fln bahsetmedık. onların ufak tefek hastalıklarından önderin yalnızlıından fln konustuk.ama baya baya güldük neredeyse. üşüdük dışarda. içeri geçtik. berberlerden bahsettik.berberlerin ne kadar mal iş yaptıklarından.mesela bi berbere gidersin kırıklarını az al dersin subay traşı yapıp yollar. önderin kuzeni kendi saçlarını kendi kesiomuş ben de bu sefer ona kestirmei denicem farklı bi deneyim işte. ama önce randevu almam gerekiomuş.
seviyorum böyle arkadaşlarla dostlarla,arda kalan,üç beşiyle oturup gülmeyi. bak yine hüzünlendim lan.yok bu gece öyle şeyler. biraz kafası güzel bir adam gibi her şey olsun bu gece. sonra bakarız. gerçeklik algısına fln.
önderin bu haline üzülüyorum bazen. ama iyi de oluo diom aslında,bişeyleri tecrübe edio ve tecrübe güzel bi ders alma şekli olsa gerek kanaatimce.
peki sonra?
sonrasını hiç kimse bilmio
mesela merak ettim bi şey var. acaba önce kim ölecek?

18 Kasım 2011 Cuma

Biraz önce uyandım. ne ara uyudum bilmiyorum aslında. aslında kitap okuyordum. içinde dilemma
 kelimesi geçen. sonra köpek sesleri duydum.uyandım. uyuduğumu hiç hatırlamadan. kitap hala kaldığı yerdeydi ve sanki kendi kendine okunulmaya devam ediyordu. an'ın içine hapsolmuştu tüm hikeye ve sonsuz bir döngüyle yenileniyor yineleniyordu hikaye orda uzakta quarkların içinde bi yerde süreksizce.çünkü kıyamet netti. -di li geçmiş zamanda kıyameti anmak nasıl bir anlamsızlıksa gecenin yarıya yakın vaktinde ve şimdi. tıpkı dönen bir çember gibi. ve tıpkı Ane Brun'un  'The Dancer' şarkısı gibi. onda da öyle bir şey var. 
şimdi ben de ne var? uyurken köpek havlamalarını duyabiliyor muydum sahi? 19kasım.ikibinonbir.evimdeyim ve lanet şekilde yorgunum. aristonun poetikasından sınavım var. kızlara , poetikadan aşırdığım kelimeler bu sefer yeterli olmayabilir.lanet şekilde yorgunum ve şimdi tam şu anda kar altında bere takmak istiyorum turuncu sokak lambası filan. bereden nefret ederim halbuki. halbuki canım hiç bir şey yazmak istemiyor şimdi ve biliyorumki yazdıktan sonra sileceğim yine. sileceğim kelimesini silicem diye okuyoruz halbuki sileceğim ne mide bulantısı bi kelimeymiş yazılınca böyle.aptal türk filmlerindeki aptal kadınlar gibi. gerçekten gerizekalı kelimesini seviyorum ama. bazen sırf iltifat etmek için gerizekalı diyorum karşımdakine gülerek. bıçaksırtı bi monalisa gülümsemesi beliriyor suratlarında insanların bu iltifat karşısında. hoşuma gidiyor bu halleri. tedirgin bi heves gibi.


saat ilerliyor.uykum yok. evde kimse nefes almıyor. köpekler de sustu. tuhaf bi his. tek başınaymışsın gibi sanki. bişeyler atıştırdım mutfakta. two and half man i izledim biraz. cnbce de denk geliyorum geceleri bazen. biraz gülüyorum. bu sefer berbattı ama. hazırladıım sandvic gibi.
ama bir defasında dehşet bi sandvic yemiştim hayatımda ilk defa okadar büyük kocaman ve lezzetli güneşli bi sandvic görüyordum lanet sandvic ne kadar lezzetlydı hiç bitmesin istemiştim. karşımda yirmi üç tane güneş gözlüklü adam oturuyordu hepsinin elinde beyaz kağıt vardı. önce halka oluşturup bir şeyler konuştu ortadaki daha koyu güneş gözlüğü olan adam. parkta onlar ben ve Luna vardı.sabahın vaktinde o kadar janti ve güneş gözlüklü adamın beyaz kağıtlarla ne işi olduğunu bir türlü anlamamıştım.sonra halka dağıldı. asimetrik şekilde kanepelere oturdular. beyaz kağıtlara bir şeyler yazıyorlardı. gerçekten çok saçmaydılar. bir kitap vardı .ben kahkahayla gülmüştüm. ayakkabılarımla bağladıktan sonra.hepsi duymuştu yemin edebilirdim ama biri olsun dönüp bakmadı. beyaz kağıtta 23 güneş gözlüklü lanet adam vasiyetlerini mi yazıyorlardı hayatı bunca ciddiye aldıktan sonra,anlamadım. 
sonra kalktım gittim. kumsala indim. deniz huzur veriyordu. ruhuma. deniz muhteşemdi. deniz bir daha öyle olmadı muhtemelen. muhtemelen bir daha öylesi.sabahtı ve bir sigara içtim sadece lanet bir sigara ve güneş ışık hızının beş milyon katı hızla battı. sigaram yarıya gelmeden yıldız bile çıktı.ölü gezegen artıkları. sonra Luna. Ölü bir gezegenin son ışığı?
hep düşünürüm,ışığının erişebildiği yıldızlar ölmüş çoktan derler ya hani. hani bazıları hala hayattadır derler ama. peki Luna? ölü bir gezegenden çok daha fazlası. rikkatli bir rayiha. karmarışıklaştıran alfabesizlik. ve 23 güneş gözlüklü beyaz kağıtlı janti adam bir de. ellerinde kalemler resim yapıyorlar.berbat bir eskiz,yüzüme dair,tadsız.









11 Kasım 2011 Cuma

bana söylemediler böyle olacağını.
birden karşıma çıkmayın korkuyorum dedim inanmadılar. 
böylesini nasıl sevecektik bilmiyorum. bilmiyorum. 
an'ın içinde. bir büyük aptal kutusunun içinde. nasıl sevmekti bu böyle. 
bir derin nefes.
boğazda fena halde yanma. 
göğsünün üstüne sonra,tunçtan bir örs. 
7gün7gece uzakta. 
dağılıyor duman biraz daha çek içine hadi. pencereleri açma. 
dağılmasın hiç bir şey dağılmasın buncacıklığımız.dağılıyorum zerrelerimden nazenince dokunurcasına. 
dağılıyorum kar'a. hiç yağmur yağmasın. olsun.ama bana söylemediler böyle gülemeyeciğmizi bir daha.
böyle olmasındı hani. hani söyleyecektiniz okul servisi gelmeden. hani.ben oynamak istiyorum hala kimse gitmesin evine olsun bırak güneş batsın akşam ezanları okunsun bırak kimse gitmesin eve.
eski yüzleri bana bırakın. hepsi yaşasın bende. eski yüzleri. eskiyor.yüzüm.eski.eskidim.parşömen dağınık her yanım dağınık.kimseye.sen böyle düşünmedin. ben de böyle. düşmedim. 
kimseye söyleme bana.yalnız. gül kurusu atkı mı olmalı boynunda,sonra o şeker kokusu,tıklım tıkış tramvay geçer geçmez önümden karşımda soluk kış sarısı ampulu sokakta. sonra kar. yalnız. yalnız kar.son şeker kokusu. sonra atkı. böyle olacağını kimse söylemedi bana.
bana böyle söylemedi ana sınıfında öpüştüğüm kızlar. kelimeler yeniden sonra sonra yıpranmış yağmur artığı. sonra kimseler yok. yokun yokluğunda. yok. seni kim üzdü böyle

"Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım."


onbirkasımikibinonbir-beyoğlu

10 Kasım 2011 Perşembe

kurşuna dizilen çizgi film figüranları

şimdi sen uzakta
uzakta tüm şehir ve ellerim uzakta
çok yakında postmodern bir darbeyi hazır eder gibi tüm askerler
hizada, bağcık bağlıyorlar boynuma
sen çok
çok uzakta
gözümden seçemediğim bir kan pıhtılaşması sarıp bir de her yanımı
yanını
yakın göstermeyen bir türlü
hani diyorum sen şimdi
başımın altında dizlerin bir de 
hani o hüznü silen kar akşamları kahkahası gibi
tahta bir masada şaraba dökülürcesine
öyle tank seslerinden çok uzakta
hatta bir martı mesela
bahar sabahına atfedilmiş
ha bir de bir piknik pek tabii ,güneşli deniz kıyısında
ama sen şimdi çok hatta uzakta
büsbütün postal korkusu
ha geldiler ha gelecekler ürpermeleriyle yatağın toza bulanmış yanında
 
içinde rakı geçen cümleler bir de
böyle akşam olmasa diyorum böyle biçare
işin belası uyumamışız hiç öyle boylu boyunca.

tek gözünü kapatmış miğfer 
şakaklarımdan hicran geçiyor
ömrünce gulag orkestar duymamış asker 
cebinde mandalina var
titrek bir sigara buğusu karanlıkta,en arkada.
hepsinin yüzünde yüzüme dönen tren çığlığı geçiyor
kaçak silahları sınırdan geçirecek

susuyor her şey sonra 
başucumda tanklar patlamışcasına
susuyor

yalnız
emre müptela 
mandilana kokusu.

onkasımikibinonbir-bomonti

5 Kasım 2011 Cumartesi

Her şey yalnızlıkla ilintileniyor. Kelimeler dahi.

Durup bir kalabalıkta bazen, bazen soğumaya yüz tutmuş aptal bir küvette sigaradan büyükçe bir kül düşerken ,donuyor zaman. Öylece duvarda bir film ve filmin en anlamsız sahnesi varmışçasına.  
Ellerimi tanımıyorum önce. Sonra gözlerimi kapatmak gelmiyor içimden hiç. Büsbütün soluk ve kurumuş hatta ölüm katılığı çoktan geçmiş bir şiirin hiç hatıra gelmeyen hengamesiyle.
Kapı çalıyor. Lanet kapı ne zaman çalsa koşup saklanmak geliyor içimden içinden adımın geçmediği içinde hatrına düşmediğim insanların şehrine. Lanet kapıyı kim çalıyor böyle bilmiyorum. Kalkıp açmıcam. Açmıcam işte! Sigaramın külü düşüyor ve donuyor her şey. Rakı var mıydı dolapta bilmiyorum. Anason ne güzel kokardı şimdi,yağmura teslim olmuş sokak sesiyle. Kapıyı niye tekrar çalmadı? Kimse her kimse neden yine çalmadı? Acaba öldüm mü kaldım mı merak etmeden dönüp gitti mi öyle? Keşke açsa mıydım lanet kapıyı?! Sevmiyorum kapının çalmasını. Bu pizza kutularını da sevmiyorum. Rakı var mıydı sahi dolapta? Kedi vardı buralarda bir yerlerde nereye gitmiş? Kaçtın mı kedicik? Midem fena halde acıyor neden bilmiyorum. Her şeyi denedim bugüne kadar midemle alakalı. İlaçlar aldım kutular yuttum ağaçlar kesip kaynattım çörek otu ve bal ile karıştırarak her birini ama yine de mide sancım. Bin yıllık çocuk gibi. Çocuk. Hep. .cocuk. çocuklar. Çocukların arkadaşları. Çocuk. Kadınlar ve çocuklar. Çocukların aptal şarkıları. Çok çocuk. Çocuğun dizi. Çocuk. Balıklar ve deniz. Akvaryumum nerde. Çocuk. Hepsinden birazdan midem sancım durmucak  galiba.çocuk küçük küçük,küçük küçük sigara izmaritleri küçük küçük çocuk sesleri küçük küçük ufacık hastane korkuları beyaz tentürdiyot kokusu araba kornası ağlayan bir kadın çocuk küçük televizyonda akşam haberleri ve aptal hemşireler çocuk sus çocuk pus çocuk nerde çocuk şimdi suspuscocukcacokluklacoğunluksuz. (kırın kapıyı,saklandım yatağımın altına,n’olur)

Bu çocuk da nerden çıktı geldi şimdi. Kapı da çalmadı hala. Hala kıpırtısız sigaramın dumanı boşlukta. Usulca nasıl olursa nasıl sokulursa sessizlik öyle pervasız  bir deniz kıyısına inip ayaklarımı kuma sokmak soğuk ve güneşli. Her şeyin hiçbir şeyi diye klişe bi laf var mıydı. Klişeler ve arabeskler öncü gençlik zamanlarına düşen şimdiki çocuklar. Şimdi çocuklar nasıllar acaba nasıl deniz kıyısında mesela.mesela nehirde yüzmek nasıl olurdu onlar için şimdi. Şimdi ki çocuklar nehirde yüzdü mü hiç sahi. Ben yüzdüm. Hem de asma bir köprüden atlayıp  buz gibi yosunlu suya. Denize ulaşabilmiş bir nehre. Nehirler ve göller aslında. Aslında hatrıma gelen şimdi,”ölüm ışığa uzanmış” diye bir şarkı. Ama bazen bazı adamlar da var mesela,kanserli kentlerin çığlığıyla son trene güç bela yetişmiş. Canım sıkılıyor fena halde,fena halde mide sancım,donuk bir sigara külü havada hala ulaşmadı metal küllüğe. “Şimdi sen de yoksun yanımda” kapıyı aralık bırakıp bu Beyoğlu sokaklarından denize varmak şimdi güneşli bir sabah gibi şimdi bir çocuğa pamuk şekeri alıp gülümsemesini izlemek aslında. Aslında .aslımın asılsızlığı falan filan. Maskeler fln filan. Martılar vardı ha bir de kumsalda ayak izlerimin üstünden geçen üstüme düşen sonra bir martı vardı büyükadada bisikletle ezdiğim ama ölümden kurtulan kocaman gri bir martı. Gri martıları sevmem zaten ama o zaman yanlışlıkla olmuştu. Sahiden söylüyorum bunu,o martıyı yanlışlıkla ezdim. Hani yanlışlıkla kırmızı bir balık parmağa çarpmıştı ya öyle işte. Bir akvaryum almalıydılar çocukken önce. Canım çok sıkılıyor. Pera müzesinde Osman Hamdi Bey in sergisi varmış Nasıl da hayrandır insanlık nasıl önce kaplumbağa terbiyicesine herkesin bildiği ama kimsenin lanet tablonun tahayyülünü hatrına getirmeden öylece ucuz baskısını duvarlarına asmayı bir halt sanmaları fln.. küvetimin karşısına ben de asabilirdim onu. Ama cok anlamsız olurdu. Beyaz seramik çok daha iyi. Gri desenler de var üstünde hem. Film izler gibi bakıp film izliyorum mesela bazen o desenlere bakıp sigara külüm düşerken donuk bir zamanın içinde. Ne saçma. Aslında güneşbalkonlu bir çatı katı galata kulesinin dizi dibinde tatlı ufak küçük bir şey.deniz gören sigara izmaritleri bir de. Canım cok sıkılıyor. Kar yağsa galataya ne güzel olurdu şimdi. Kar yağsa üstüme sonra avuçlarıma kar yağsa bir kadın güler gibi şeker kokusu sinmiş sıcak atkısının içinde üşümüş burnuyla. Kar yağsa şimdi. Şimdi kar. Saçlarımda eriyerek eriyerek turuncu sokak lambaları kuzine soba falan bir köyde dağ evinde gaz lambası, hatta ıssızlığın insan yanları mesela..İnanielinanielinanielinanielinaniel.ağıt gibi bir şey. Bazen bir ağıt..canım cok sıkılıyor. Bazen dolap da rakı olmalıydı diyorum kokusu caddelere taşan çağıltısı içime dolan buzlu bir rakı. Ne saçma. Her şey nasılda saçma. Her kesin ifade biçiminde ne çok saçmalık. İçimde karartılı bir yalnızlık. Yok bu cümleyi söylemicektim şimdi. Bu cümle çok eskiden. Eskiden eskimemişken ne güzeldi. Bahçelievlerdeydi evim. Kocaman bir ev. Kocaman apartmanda. Cerenle pelin vardı cerenin dişlerinde tel. Gökhan vardı bir de her akşam annesinin Gökhan diye bağırışını hatırlarım. Bir de pencerem vardı sarı küçük kamyonumu önüne çektiğim. Önüne çekildiğim bir pencerem vardı büsbütün çocukları izlediğim çocuk yüzümle büsbütün gülüşmelerini. Çocuklar . sonra bahar çiçekleri bahçedeydi. Evler o zaman gerçekten bahçeliydi. Bir intiharın ne demek olduğunu ilk öğrendiğim vakitte. Biri intihar etti dediler koşarayak koştular adamlar kocaman ve kocaman kadınlar gri bir evin önüne iki katlı. Çok sesli sustular hepsi. “İntihar” demişti boşlukta biri. Boşlukta sallanmış çocuğun ayakları boynunda mor bir halka,göğsünde hırıltı,intihar dedi boşlukta biri. İlk intihardı ömrümde. Sokakta susan çocukları ilk görüşümdü. Penchttp://youtu.be/xr_DgBlHLiMeremin önünden koşan adamlar. İntihar dediler. İntihar nasıl bir şeydi ki nasıldı “kendini asmak”..birdenbire nasıl olsundu.son bir büyük tebessüm belki dudaklarında çocuğun,boynuna geçirirken tebessümlü dudaklarına sürtünen küf kokulu ip ,çocuk,uzakta bir şeye bakar gibi uzakta bir buluta uzakta çok uzakta ışıklı bir lunaparka,günün son ışıklarıyla dünyanın ilk ışıklarının birbirine kavuştuğu karıştığı vakitte,hiç kan dökülmeden özenle yıkanmış halıya.kimse kızmıcaktı ona. Çünkü halıya dökmemişti bu sefer dondurmasını bu sefer kanını da.tekrar yıkanmak zorunda kalmıcaktı halılar. Halıların desenleri sonra,kenarlarında araba yolları olan,küçük mavi bir mustang in geçebileceği kadar. Oraya da..sonra hiçbir yere.sonra hiç..