25 Şubat 2016 Perşembe

Vişne Suyu


Yalnızlık, diyordu adam, şedid bir diş ağrısı gibi dolanır durur peşin sıra. Doğru. Ne bir eksik ne bir fazla. Büsbütün doğru. 
Kapılar çarpıyor rüzgarla.Yağmurun dövdüğü pencereyi açıp uzanıyorum göğe doğru. Nefti ve ıslak. Bir yerlerimden yara almışcasına, tütün basıyorum kanayan yanlarıma. Deva olmuyor hiç kimse. Bir uzun düş görüyorum düşümde. Yalın ayak bir ırmakta yürüyorum. Suyun denize açılan eşiğinde martılar aç bir canavar gibi saldırıyor tenime. Köprücük kemiğimden tutup çekiyor içlerinden biri. Uyanıyorum, kan boşalıyor sesimden. Sesime, tütün basıyorum. 
Sahile indiğim sabahlarda, bir küçük an, dindiğini hissediyorum bu yalnızlık ağrısının. Sade bir an. Kum doluyor ayakkabılarıma hemen. Suyu çekiliyor denizin. Suyu çekiliyor ellerimin. Birdenbire oluyor ne oluyorsa yalnızlık, birdenbire. Uyumak istemiyorum hiç. Anlıyor musun? Sahiden ama? Anlıyor musun? Damarlarımda yürüyen jilet gibi haz veriyor gecenin orta yerinde bu yalnızlık. Bu bitmeyecek yol. Bu devasızlık. 
Eskiden beslenme çantamda vişne suyu ve kaşarlı tost olurdu. Dişleri dökülmüş bir bronşitten başımı kaldırabildiğim zamanlarda gittiğimde okula, bahçenin en sote yerinde kimseye bir söz etmeden açardım beslenme çantamı. Vişne suyunu sessizce içerdim. Bahçede kimse kalmayıncaya dek öylece oturur, yaralarımı izlerdim.
Bir vişne suyu ne kadar kahredebilir ki adamı. Ama hastane koridorlarının iç bayıltan tentürdiyot kokusuna direnen bir çığlık yankılanıyor içimde, çocuğum daha, başıma bastırıyor bir hemşire kaçmayayım diye, sonra o lanet vişne suyunu dayıyor ağzıma. Eve götürüyorlar, yarı baygın. Balkona çıkıyorum. Balkon tepeleme vişne suyu dolu. Öksürüğüm tutuyor onları görünce. Bir at çatlar gibi kahırdan, öksürüyorum. Bütün bir çocukluğum öksürüyor benimle bütün sokakları öksürüyor kentin bütün dişleri dökük çocuklar benimle.. Öksürürken uyuyakalıyorum. Hanımeli kokan bir düş görüyorum. Uzun sürmüyor. Öksürerek uyanıyorum. Evin bütün odalarına sinmiş çıldırtan bir sessizliğin orta yerinden geçip balkona çıkıyorum, balkon tepeleme vişne suyu hala..Küçük kutular halinde. Yüzlerce. Yüzlercesi beslenme çantamda yüzlercesi balkonda. Bütün kutuları patlatmak istiyorum öksürüğümden yakayı bir an kurtarıp şöyle adam akıllı bağırmak istiyorum..Olmuyor. Sedye geliyor. O saçma yeşil kıyafete sarıyorlar akciğerimi. Lanet hastenenin floresanları doğru düzgün yanmıyor.
Yalnızlığın önü alınmaz bir kaosa dönüştüğü anlarda hep o vişne suları geliyor hatırıma. Yalınayak çıkıyorum sokağa. Yalınayak bir yağmur. Şimdi orada değilim. Anlıyor musun? Bu asfaltı kalkmış yol oraya çıkmıyor. Azalıyorum gitgide. Vişne suyu söylüyorum kendime. Ahşap bir masaya oturup dört yanına tutununca sıkı sıkı. Bir yudumda içiyorum hepsini, hiçbir şey olmuyor. Öksürmüyorum. Hasteneye uzanan bir koridorda bulmuyorum kendimi. Pencerelerime yara bandı ve sütlü ekmek sarmıyorlar. Artık hiçbir şey.
Ardışık sokaklarda yürümek geliyor içimden, saat iki yirmi iki. Gece köpeklerinden başka kimse yok. Islak yaprakları ezerek iniyorum iskeleye. Kepenkler sımsıkı. Vapurlar geceye boyalı. İçimi ferahlatmıyor hiçbiri. Yalnızlık diyordu adam, şedid bir diş ağrısı gibi.. İşte tam burada. Böyle büsbütün yüzümle böyle büsbütün. 
Ölüm, mutlak ve ferah bir pansuman.. Buradan bakınca. Yağmur da hakeza. Ama uykum gelmiyor Luna, işte bu fena. Hem de ne fena. Göğsüme sürdüğüm ecza, uçuşuyor birdenbire. 
Mütemadiyen yalnızdım, diyeceğim, gittiğimde, mütemadiyen uykusuz. Tanrım, biraz uyuyabilir miyim?..