Mektup ve Fernandes

Şimdi iş yerindeyim ve canım felaket şekilde sıkılıyor. 

Hem nasılsa bir kaç cümleden sonrasını okumayacağın için, saçmalama hakkımı kendimde buluyorum ve umarım Fernandes hiç bir yere gitmez. 

Belki bi akşam buluşup bişiler içmeliyiz seninle, kışın ilk ışıklarıyla. Hem ben seni tanıdığım vakit Beyoğlu'nda buz kesiyordu lanet bir yağmur ve Hacco Pulonun bel kemiğine tehdit sandalyelerinde tuhaf şeylerden bahsediyorduk.

Ben seni tanıdığım zaman, yüzün zaman zaman.. aman neyse. Umarım mesai bitiminde bir memur nasıl mutlu olursa öyle çıkabilirim bu tıkış tıkış haberlerin arasından ve deniz kokusunu duyarım uzak bir rüyada da olsa.

Sahi,sana hediye ettiğim uzaktan kumandalı arabaya pil alabildin mi? Onun nasıl gittiğini merak ediyorum. Bir de aklıma arada bi takılan bi şey var; konuşmadıkça, teknik olarak yani, dudaklar, nefes, kıpırtı filan,  konuşmadıkça, insanın sesi değişebilir mi yada ayak seslerinden insanların karakterlerini analiz edilebilir miyiz? 

Biraz önce havaalanına karşı öğlen yemeğimi yedim hiç konuşmadan. Hiç konuşmadan sigara ve türk kahvesi içtim biliyor musun bugün türk günüymüş, bu biraz tuhaf değil mi sence? 

Keşke pullar hala eskisi gibi aktif olsaydı abimin pul koleksiyonunu aşırabilirdim o zaman ama bir pulun kıymetini asla anlıyamadım. Balık pulları haric tabii çünkü onları hiç sevmem. Kumsala gidelim ben motoru alınca. Sana da bi tur veririm eğer çok istersen, Garipçe'ye gideriz, Kale çok güzeldir bu mevsimde. Bir de piskanalitik sevgisizlik diye bi şey varmış gibi geldi aklıma. Acaba Ada'ya motorumu götürebilir miyim? Hiç bi fikrim yok. Boş bir sokaktaki en güzel turuncu lamba gibi bir kar akşamıydı eve hapsolduğumuz o gece yarısında, şimdi andıkça hüzünlendiğim, her geçmiş zamanın her kaybolan an'ın o dirençli izi gibi, iz sana da en çok is kelimesini hatırlatmıyor mu?

Kelimeler ve küçük çocukların içinde koştuğu çekirge dolu başak tarları. Hiç koştun mu öyle bir tarladan? Ben koştum bir seferinde, çok küçüktüm, göğsüme çekirgeler çarpıyordu deli gibi kahkaha atıyordum.

Sonra babaannem öldü ve büyüdüm.

Kelimeler diyor Kafka, en yoksul kelimeler. Öyle işte. Ağlayan Çayır'ı izledim yeniden dün gece, Sonsuzluk ve Bir Gün'de daha çok bağdaştırsam da suskunluğa dair bir şeyleri, Ağlayan Çayırda'ki o 
akordeonu dinlemelisin.

Sana bu cümleleri yazmasaydım iyiydi, can sıkıntım felaket derece arttı. Bazen kaçıp gidesim geliyor bu memuriyetten. Bakma öyle modern zamanlar mektubu diyorlar buna. Hem bu akordeon çok hüzünlü değil mi? Çok canım sıkılıyor Görkem. Bu yaşamamak ağrısı canımı yakıyor. Oysa şimdi bir kumsalda istiridye kabukları toplamak vardı.. aman neyse. Umarım Fernandes durduğu yerde durur. 

Hoşçakal. 


Dostun
MFA






1 yorum:

  1. http://uprisingofthefallenone.blogspot.com/2012/12/fernandes-ve-umut.html

    YanıtlaSil