12 Kasım 2017 Pazar

Boşanma davasına itiraz dilekçesi







Fotoğraflardan çıkarılmakla başladı sürgünüm.

Özenle yaptılar bu işi.

Ellerimi ve gölgemi de kesmeyi unutmadılar.

Unutmadılar beni unutmayı.

Avukat mı?

Avukat için bir sigara mühletince eşlik eden şiirden fazlası değilim.

Kadınlar ve adamlar içinse çıkarılmış bir adamım fotoğraflardan. Hepsi bu.

Adım yok telefon rehberlerinde.

Adım, yok hükmünde.

Yokluğa mahkum edilmek nedir bilir misin avukat? Bilmezsin a. Bilmezsin.

Ben biliyorum her kahırdan sabaha uyandığımda. Her kahırdan geceye sığındığımda.

Yola çıksam gidecek yol tükendi. Yazacak kalem tükendi. Tükendi hepten varlığım.

Yokluğa mahkum olmak ne demek bilir misin avukat? Ben bilirim a. Hem de nasıl bilirim.

Çiçekli bahçelerde çay içen, gülen kadınlar var şimdi bir milyon fersah ötede.
Ben, ötede. Öteki. En öteki. İvedilikle fotoğraflardan çıkarılması gereken.
İvedilikle unutulması gereken.

Şerh düştü kader ömrüme ‘Unutulacak’ dedi ne varsa varlığıma dair. Unutulsun!

Ben de unutayım ama avukat! Ben de unutabileyim. Yoksa böylesi bir azaba hüküm giymek büsbütün ölümü özlemek.

Bildiğim tüm yolları yeniden arşınladım. Bir tanıdık yüze denk gelirim belki diye. Belki biri çıkar “Abi sen o değil miydin ya, gel bir çay içelim, gel bir halleşelim şöyle boylu boyunca” der diye döndüm durdum da kimse çıkmadı kimse tanımadı yarıdan fazla karanlığa dönmüş yüzümü avukat!

Kalbimiz vardı sahi bizim hatırlıyor musun? Ben hatırlayamıyorum. Karaköy filan hani. Beşiktaş vapurlarında hani sarılan sevgililer. Ben hatırlayamıyorum hiçbirini avukat. Bir elmanın çürümesi gibi çürüdü ümit diye pencere önünde beslediğim gündoğumlarım. Yok hükmündeyim bütün şiirlerinde senin. Yok hükmündeyim bütün aşk filmlerinde. Biliyor musun bir yılı geçeli çok oldu bir sinemaya gitmeyeli. Sinema çıkışında yağmura yakalanmayalı. Kederlenip içli bir türküye elleri ceplerinde bir sigara tellendirmeyeli.

Yok yanlış anlama. Elbet bırakmadım sigarayı. Beni bir bırakmayan o kaldı. Nasıl kıyarım ona da. Tütün sarmada pek mahir oldum geçen bu dört yüz günün üzerine. Dört yüz seksen altı gün. Ve geceler de dahil bu dört yüz seksen altıya! Geceleri bilir misin yok hükmünde olan için gök yarılmış da bütün çağların kahrını boşaltır üzerine. Yok hükmünde olan için. Yok hükmünde olan için. Yok hükmünde olan için.

Ben kimim artık avukat inan hiç bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum artık.

Bir kadını sevmiştim bir vakit. Ellerini saçlarımda gezdirmişti. Kumsala koşup kahkahalar atmıştım. Koşmuştum avukat, sevince kadın beni, nefesim kesilene dek. Evlenmiştim bile! Nasıl koştuğumu hatırlamıyorum hiç avukat. Hiçbir şey hatırlayamıyorum. Ölünce de böyle mi oluyor sahi? Yığılıp kalıyor mu anılar bir ceset torbasının içinde. Darmadağın.

Eyvah! diyecek soluğum yok. O eşiği geçeli çok oldu. Birçok nehri geçeli de. Sana anlatmak istediğim bir kamyon dolusu öykü vardı. Onlar da uçup gitti göçmen kuşlarla. Dilim artık yalnız göç aksanına dönüyor. Yalnızlığın elleri uzanıp göğsüm içinde bir yeri fena halde sıkıyor. Sen bunu hiç bilmiyorsun avukat. Yalnızlık öldürecek beni öldürecekse. Başka fail arama sakın ardımdan. Bilmiyorum belki de ölüm, dedikleri gibi devadır tüm bu yokluğa. Yokluktan sahici bir varlığa geçiştir belki de ölüm. Bilmiyorum. Bilmemek de beni huzursuz ediyor avukat.

Dün sabah da aynıydı kalbimdeki ağrı. Geçer diye bekledim. Yürüdüm. Sahile indim. Çok sigara içtim. Üşüdüm. Çay içtim. Sarı yapraklı defteri açtım. Hiçbir şey yazmadım. Çok sigara içtim. Küçük çocukların gözlerinde yaşamak şevki aradım, aradım durdum bir şeyleri, şu yalnızlığımı bir lahza olsun dindirsin diye. Bulamadım avukat. Ölümcül bir diş ağrısı gibi hiçbir ecza çare olmuyor buna.

Geceye döndü işte vakit. Vakit yine haymatlos için ölümlerden ölüm beğenme vakti. O da beğenmiyor ya beni neyleyim. Neyleyim bu elllerimi. Dört yüz seksen altı gece dört yüz seksen altı gündüz boyunca bir başka el ile kavuşamamış ve bir daha kavuşamayacak olan bu sürgünde terk edilmiş adamın ellerini. Neyleyim. Göğsümde gökyüzü gibi bir boşluk gökyüzü gibi bir ağrı gökyüzü gibi bir yalnızlık, neyleyim. Ne vakit bir kelam edecek olsam “Ah, deva” diyebiliyorum yalnız. Fazlasına takatim yetmiyor. Ölsek geçer mi tüm bunlar avukat? Bulunur mu toprak altında bu huzursuzluğun devası? Bu boşluğa kafi gelir mi toprak?

Şimdi çıksam bir bunaltıdan, koşup gelsem Şair Orhan Veli sokağına. Beni karşılar mısın avukat? Hiçbir şey sormadan bir müddet, ağlayabilmeme izin verir misin avukat?

Sana bunları son bir gayretle yazıyorum avukat. Düşüp kalacağım biraz sonra bir sokak köşesinde. Adımı kimse bilmeyecek. Kimse bilmeyecek yüzümü. Fotoğraflarımı ve kitaplarımı ateşe vereli dört yüz seksen altı gün ve gece geçti. Geçti istemem gelmeni diye boşa dememiş şair. Bir talandı hepsi kimi kurtuldu tufandan kimi benim gibi yenik düştü. Hüküm giydim. “Müebbet yokluk” diye bir ses duydum. Uyumamıştım halbuki ama uyandım birden bire bir nehrin orta yerinde. Baştan ayağa çamura bulanmış baştan ayağa terk edilmiş.

Gidecek kapım yok.

Uyuyabilecek bir yatağım da.

Bir tütün daha sarıyorum işte.

Zifirden bir gece daha öğütüyorum yalnızlığımın başucunda.

Kimse yok.

Hiç kimse yok.

Beladan ve soğuktan başka.

hiç

kimse

hiç

9 Kasım 2017 Perşembe

"Hepsi ayrılık, hepsi deniz sesi"


Yağmur akşamlarda çoğalan bir ağrı şimdi kış. Çok sürmez kar başlar, pencere önünde solup giden fesleğenim yeniden açabilme şevkini bütün bütün kaybeder.

Sahi kar düştü mü dağa? Düşmüştür tabi, kalır mı hiç bu vakte kadar.

Sokaklardan çekildi kadınlar ve adamlar buralarda. Mütemadi bir soğukla başbaşa yürüyorum ve anımsamaya çalışıyorum adımı. Ellerim fena halde üşüyor. Eldivenlerim sırt çantamda benimle dolaşıyor günlerdir. O eldivenleri de çıkarıp kullanamıyorum. Canımı acıtan bir şey var onlarda.

Yürüyorum.

Unutmak için büyük yalnızlığını dünyanın.

Yürüyorum.

Kesişen kaldırımlardan medet ummadan.

Sahi sabahları nasıl uyanılıyordu?

Unuttum.

Kalbim üzerine bu ölü filin cesedini kim koydu? Nefes alamıyorum! Rica etsem yardımcı olabilir mi birisi, diye bakıyorum, bu uzay boşluğunun orta yerinde, sesim çıkmıyor, herkes nereye gitti bir anda!

Yanımda oksijen maskesi niyetine taşıdığım tütünüm, kafi gelmiyor nasıl şeydi şöyle ciğer dolusu bir nefes alabilmek?

Unuttum.

Bir şiirde mi geçiyordu 'Gök bir kayalık gibi şimdi üzerimde' diye. Göğe bakamıyorum. Devrilecek üzerime bakarsam eğer. Biliyorum. Bildiğim daha nicesi var, şimdi kelimelerin etrafından dolandığı. Merkez noktasından uzaklaşmaya çalışan cisim merkezin etrafında daireler çizer de bir türlü uzaklaşamazmış ya, bu kelimeler, yani güçbela boyamaya çalıştığım ve kendi griliğimden olanca uzak bir mesafede tutmaya çalıştığım kelimeler, ısrarla ve inatla, göğsüm üzerinde ağrıyıp duran dağılmış o tufan vurmuş o iflah olmaz yaralar açılmış yere, hücum ediyorlar.

Bir bisikletim bile olmuştu oysa. Bir bisikletim bile olmuştu. Uçsuz ovanın orta yerinden ellerimi iki yana açarak ve kahkahazaman şarkılar söylerek sürdüğüm.

Yürüyorum.

Soğuğun keskin soluğu bir nebze olsun uzaklaştırır, dindirir belki bu içimden konuşup duran sesi diye. Yürüyorum. Susmuyor Lamiha. Konuşup duruyor meyhane sarhoşları gibi geveze ve kederden müteşekkil. Gömülü bir ırmağın yalnızlığına tutturduğu ağıtlar üleşiyor konuşup duran sese. Elimi sokup göğsüm içine, çekip almak istiyorum onu. Beceremiyorum.

Yürüyorum.

Bugün, 9 kasım 2017 perşembe.

Bir yaşamak daha toparlanıp gitti. İşte, pencereme gece indi ve ben ruhumun acıyan yanlarından çoğalıp gelen kelimeler sağanağından korumaya çalışıyorum şimdi herkesi.

Sahi

Tanrı benimle de konuşur mu? Konuşsa ne iyi olur. Deva sunsa ve dese hadi çok yoruldun bu gölgelikte, kalk gel dese, ne iyi olur. Çünkü yorgunum çünkü baştan ayağa sükuta bürünmüş dudaklarım yeniden bir soluğa ulaşamayacak, biliyorum. Kelam şifa olmayacaksa neye yarar sahi.

Elleri ceplerinde bir yalnızlıkla yürüyorum kayboluşumun haritasını çıkarmaya çalışarak.

Kimse yok ve artık anladım, olmayacak da kimse.

...

Bir öğle sonrasıydı, kaosun başkentinde, bir kadın makyaj masasında oturuyordu kıpırtısız ve bir adam, olanca sakinliği ile kapının önünde ayakta duruyordu. Uzun bir sessizliğin ardından adam 'Biliyorum, bir gün kendini hazır hissettiğinde bir gün o gücü kanatlarında hissettiğinde uçup gideceksin bilmediğim kıyılara ve ben seni tutamayacağım' dedi. Kadın hiçbir şey söylemedi. Yalnız belli belirsiz bir kıpırtı dudağının kenarından geçip gitti. Aradan uzun vakitler geçti. Döngü tamamlandı. İlk kez beraber uyudukları 9 Ekim'in bilmem kaçıncı  yıldönümünde kadın, artık hazırım o bırakıp gitme gücüne erdim dedi ve uçup gitti. Hayat dedikleri hengâme ne tuhaf şey.

...

Bu yaşa erince ölmeden bu yaşa erdirince Tanrı ve hatta gül reçeli gibi aydınlık sabahlara dahi uyandırınca, sandım ki yaşamım, böylesi bir huzurla sürüp gidecek, sandım ki her sabah uyandığımda, ruhuma merhem olan o gülüş öyle umutla çağlayan nehirlerin şarkısını taşıyacak bana. Fakat yaşamak denen heyula böyle bir düş değilmiş, öğrendim Tanrım ama affet kabullenemedim, hala. Ruhumda telafisi mümkün olmayan, büyük, derin, dipsiz bir karanlık kaldı ondan geriye ki bunu benden daha iyi biliyorsun elbette.