17 Aralık 2012 Pazartesi

Ihlamur ve Karşıyaka

@adnaninoğlu 'na 
Kalbimi kırıyor zaman. Zaman nasıl kırar bir kalbi diye sorma Dönüp izmire bakınca hepimiz anlayabilriz Karşıyaka'ya giden vapurun içinde bir yerlerde Attila İlhan'ın neden ağladığını. Belki de bir kar akşamında oturup demli bir çay içmeliyiz bir demlik hem de. soba filan da olmalı. Küçükayasofyaya götüreyim seni. Gidelim ama. Ama gidelim. Yeter ki gidelim. biri tutup kolumdan götürsün fırlatsın en uzağa en kar akşamına. ama soba şart. ve böyle bir akşamda sana bir film anlatayım septik duygularla gözlerim gözlerini ararken "ulan yine sigara yaktırdın bana" diye kızar gibi hayıflanırken, hayıflanırken bir büyük kent, onu yaşayamamışlığımızdan. 


Sana baksam, solan bir ışık gibi, bir daha hiç var olmayacak mumun yanıbaşında, vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği şarkıyı fısıldar gibi. Kar yağsa. Avuçlarımız ve tren rayları beyazlaşıncaya dek. Ve senin gerçekliğini hep sorgulasam içimden eğilip bir avuç toprak alsam yüzüme sürsem. Kavgaya tutuşur gibi.

Kurtaramasak kendimizi hep acıyan yanımı gizlerken yüzünden. Belki de böyle cümleler kurmamalı bir adam başka bir adama. Belki de mandalinalar ve limonlar hormonsuz zamanlardaki gibi güzel kokabilseydi hala, ihtiyaç kalmayacaktı bunların hiç birine. Ama kanser olmaktan korkan bir şiir var göğüs kafesimin altında. Ölü güvercin kafaları biriktirdiğim odanın hemen yanında. uzunca bir dehlizden geçip, gaz lambalarıyla aydınlatılmış toprak tüneller aşarak varılan bir odacık. Rutubetinden şişmiş tahta bir kapısı ve ardında ölü güvercin kafaları ve bir kırmızı bisiklet var. Yüksek gidonlu. Tıpkı rus filmlerinde olduğu gibi. Bana biraz tütün sar. O yetmez biraz daha. Ihlamurla karıştır ellerini ıhlamurla karışayım zamana bana bir uzak kent fısılda ve fırlat gidip kaybolayım. Zaman senin de kalbini kırıyor mu? Sahi sen gerçek misin? David Hume haklı olamaz mı? Çıldırtan bir evrenin düşüncesiyle kaç gece sorguladım senin gerçekliğini bilemezsin. Fotoğrafların olmasa belki de ölmezsin. Ama öleceğiz lan! Mezarımı bilmiyorum. Ama her neredeyse mezarım ihtimal o tahta kapı da oralarda bir yerlerde olacak. Senin mezarın nerede olacak çocuk? 

Anlatamıyorum. Keşke gösterebilsem. Aşikar edebilsem. Yatırıp tezgahın üzerine cesedi, çöp torbalarına dağıtmak için parçalamadan önce son kez yüzüne bakması gibi Katil'in öyle aşikar edebilsem, o şeyi, her ne ise işte onu. Kangrenli bir hücre gibi çoğalıp, sarıp tüm göğsümü, çürüyen bir elmaya imrendiren şeyi!

Şimdi gidiyorum ve zaman, kalbimi haddiyle kırıyor. İlk anı'ya dönmeye çalışıyorum, ilkine, canımızı yakan lacivert bir şey var orada, onu bulmaya çalışıyorum, kadınlarla değil kentlerle ve Babalarla ilgili bir şey bu. 

Tanrım burası çok un ufak Tanrım rahmet et kalbimize. Tanrım şimdi ben kimim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder