9 Kasım 2017 Perşembe

"Hepsi ayrılık, hepsi deniz sesi"


Yağmur akşamlarda çoğalan bir ağrı şimdi kış. Çok sürmez kar başlar, pencere önünde solup giden fesleğenim yeniden açabilme şevkini bütün bütün kaybeder.

Sahi kar düştü mü dağa? Düşmüştür tabi, kalır mı hiç bu vakte kadar.

Sokaklardan çekildi kadınlar ve adamlar buralarda. Mütemadi bir soğukla başbaşa yürüyorum ve anımsamaya çalışıyorum adımı. Ellerim fena halde üşüyor. Eldivenlerim sırt çantamda benimle dolaşıyor günlerdir. O eldivenleri de çıkarıp kullanamıyorum. Canımı acıtan bir şey var onlarda.

Yürüyorum.

Unutmak için büyük yalnızlığını dünyanın.

Yürüyorum.

Kesişen kaldırımlardan medet ummadan.

Sahi sabahları nasıl uyanılıyordu?

Unuttum.

Kalbim üzerine bu ölü filin cesedini kim koydu? Nefes alamıyorum! Rica etsem yardımcı olabilir mi birisi, diye bakıyorum, bu uzay boşluğunun orta yerinde, sesim çıkmıyor, herkes nereye gitti bir anda!

Yanımda oksijen maskesi niyetine taşıdığım tütünüm, kafi gelmiyor nasıl şeydi şöyle ciğer dolusu bir nefes alabilmek?

Unuttum.

Bir şiirde mi geçiyordu 'Gök bir kayalık gibi şimdi üzerimde' diye. Göğe bakamıyorum. Devrilecek üzerime bakarsam eğer. Biliyorum. Bildiğim daha nicesi var, şimdi kelimelerin etrafından dolandığı. Merkez noktasından uzaklaşmaya çalışan cisim merkezin etrafında daireler çizer de bir türlü uzaklaşamazmış ya, bu kelimeler, yani güçbela boyamaya çalıştığım ve kendi griliğimden olanca uzak bir mesafede tutmaya çalıştığım kelimeler, ısrarla ve inatla, göğsüm üzerinde ağrıyıp duran dağılmış o tufan vurmuş o iflah olmaz yaralar açılmış yere, hücum ediyorlar.

Bir bisikletim bile olmuştu oysa. Bir bisikletim bile olmuştu. Uçsuz ovanın orta yerinden ellerimi iki yana açarak ve kahkahazaman şarkılar söylerek sürdüğüm.

Yürüyorum.

Soğuğun keskin soluğu bir nebze olsun uzaklaştırır, dindirir belki bu içimden konuşup duran sesi diye. Yürüyorum. Susmuyor Lamiha. Konuşup duruyor meyhane sarhoşları gibi geveze ve kederden müteşekkil. Gömülü bir ırmağın yalnızlığına tutturduğu ağıtlar üleşiyor konuşup duran sese. Elimi sokup göğsüm içine, çekip almak istiyorum onu. Beceremiyorum.

Yürüyorum.

Bugün, 9 kasım 2017 perşembe.

Bir yaşamak daha toparlanıp gitti. İşte, pencereme gece indi ve ben ruhumun acıyan yanlarından çoğalıp gelen kelimeler sağanağından korumaya çalışıyorum şimdi herkesi.

Sahi

Tanrı benimle de konuşur mu? Konuşsa ne iyi olur. Deva sunsa ve dese hadi çok yoruldun bu gölgelikte, kalk gel dese, ne iyi olur. Çünkü yorgunum çünkü baştan ayağa sükuta bürünmüş dudaklarım yeniden bir soluğa ulaşamayacak, biliyorum. Kelam şifa olmayacaksa neye yarar sahi.

Elleri ceplerinde bir yalnızlıkla yürüyorum kayboluşumun haritasını çıkarmaya çalışarak.

Kimse yok ve artık anladım, olmayacak da kimse.

...

Bir öğle sonrasıydı, kaosun başkentinde, bir kadın makyaj masasında oturuyordu kıpırtısız ve bir adam, olanca sakinliği ile kapının önünde ayakta duruyordu. Uzun bir sessizliğin ardından adam 'Biliyorum, bir gün kendini hazır hissettiğinde bir gün o gücü kanatlarında hissettiğinde uçup gideceksin bilmediğim kıyılara ve ben seni tutamayacağım' dedi. Kadın hiçbir şey söylemedi. Yalnız belli belirsiz bir kıpırtı dudağının kenarından geçip gitti. Aradan uzun vakitler geçti. Döngü tamamlandı. İlk kez beraber uyudukları 9 Ekim'in bilmem kaçıncı  yıldönümünde kadın, artık hazırım o bırakıp gitme gücüne erdim dedi ve uçup gitti. Hayat dedikleri hengâme ne tuhaf şey.

...

Bu yaşa erince ölmeden bu yaşa erdirince Tanrı ve hatta gül reçeli gibi aydınlık sabahlara dahi uyandırınca, sandım ki yaşamım, böylesi bir huzurla sürüp gidecek, sandım ki her sabah uyandığımda, ruhuma merhem olan o gülüş öyle umutla çağlayan nehirlerin şarkısını taşıyacak bana. Fakat yaşamak denen heyula böyle bir düş değilmiş, öğrendim Tanrım ama affet kabullenemedim, hala. Ruhumda telafisi mümkün olmayan, büyük, derin, dipsiz bir karanlık kaldı ondan geriye ki bunu benden daha iyi biliyorsun elbette.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder