21 Haziran 2013 Cuma

Sinema üzerine kısa bir söyleşi



Oturdu karşıma. Tahta masa. İki kişilik. Küçük bir iğdenin yanında. Yeşile boyanmış tahta sandalyeler.

Ben vişne suyu istedim o çay. Şekersiz. Sıcak günlerin sonunda erilen o dingin akşamüzeri sessizliği masaların arasından geçiyordu. Yorgundum. Acıkmıştım. Verandada oturan mutlu insanlar gördüm. Uzun yoldan gelmiş gibi bir şeyler anlatıyorlardı. Geniş bir zamanın içinde salıncak kurup, kayalıkların üzerinden denize bakar gibi şendiler.. Aklıma klavyelerim geldi, harfleri kaybolmuş, siyah, kirli şeyler.. Sonra vişne suyu ve çay, masaya.

Uzun çok uzun vakitler geçmişti, onu görmemiştim, o beni.. Bahar geride kalmıştı, hızla geçmiştik eski bir Lada ile yanından. Dikiz, toz ve duman. Çok konuşuyorduk o zamanlar. Çok sigara içiyor az uyuyor eski filmler izliyorduk. Ümitliydik, bankaları sevmiyorduk, inanabiliyorduk, fesleğene ve siyah beyaz fotoğraflara.

Ona doğru döndüm. Bana doğru döndü. Yorgundu. Bir takım işlerden bahsettik bir takım dağılan un kurabiyelerinden, incirden ve üzümden. Üzülmüyordum, söz vermiştim takım elbiseme, üzülmeyecektim. Bana bakıyordu, belki de acıyordu, bilemiyorum, güneş batıyordu tam arkasından. Sarkacımı sımsıkı tutmuştum avucumda atlayamıyordum kayalıkların üzerinden denize. Yüksekti. Korkuyordum. Karnım açtı.

Gözümü açtım, vişne suyum bitmiş, ağzımda buruk bir tat kalmıştı. Sigarayı bırakmıştım.

Bana baktı, merhem gibi değildi bu sefer, hissediyordum.

‘Hiçbir şey yok artık’ dedi.

’Kitap, şiir, uzun uzun verandada filmler, arkadaşların, Üsküdar, hiçbiri…’

İçimde bir yerde bir iğne, yavaşça pamuktan sökülür gibi, acıdı.

İğdenin tadını hatırlıyordum. Çocuktum. Ege’de bir köyde, kilolarca iğde yediğimiz akşamı da, hatırlıyordum.

Sustuk biraz. Biraz daha. İçimizin kuruyan yerlerine doğru.

İkinci vişne suyunu istemedim. O da çay istemedi yeniden. Arkadaşlarından bahsetti. Arkadaşlarımı düşündüm. Akşam ezanına yaklaştı vakit. Kalktık masadan. El sıkıştık. Birkaç masa ötedeki arkadaşlarının yanına gitti. Ben de Beyazıt’a doğru yollandım.

‘Bana arabesk bir şarkı öğret İsmail akşama seyyara çıkacağım Beyazıt’a’ dedim, şiirmiş gibi sanki. İsmail beni duymadı. Acıkmıştım. Yürüdüm..




2 yorum:

  1. Bu bir sazan hikayesi de olabilir!
    Yine yorgun ama boş geçen günlerden biri bitmek üzereyken görüştük. Ne etraftaki tahta masa, sandalye ne iğde ağacı ne de fesleğenler hiç biri dikkatimi çekmemişti her zaman ki gibi. izmire gitmiş olsam bile orda iğde ağaçlarının olması çok da umrumda olmadı hiç. insanların üsküdar da ne bulduklarını ise hiç anlamadım zaten hayatım boyunca. belkide üsküdara giderken bir mendil bulamadığımızdandır üsküdarı sevmeyişimiz. küçükken üzerine çıktığımız vişne ağaçlarının üzerindeki vişnelerin suyu olmadığı içindi belki de ağzında buruk bir tat bırakması içtiğin vişne suyunun. ama bu da benim dikkatimi çekmemişti.belki iğne den hemen sonra gelen pamukla arasındaki duygusal bağ küçükken zatürre olduğumda yemiş olduğum penisilinleri hatırlatsa da daha ileri derecede bişeyler hissettirmedi bana bu görüşme. sadece hayatımda dört ya da beşinci kez gördüğüm bir silüeti!! bir kez daha görmek içindi görüşmemiz. ne sinema ne de arkadaşlar umrumda değildi öyle ki içtiğim çaya şeker atmadığımı bile şimdi farkedecek kadar umrumda değildi. bir rutini gerçekleştirmek içindi bütün hikaye.. kafii..
    yukarıdakileri demeyi çok isterdim ama herhangi bir kimse ile bile görüşürken (belki merhem olma gibi bir düşüncem olmadı) çok hassas olmaya çalıştım. belki de ben biz yandık eller yanmasın diye ya da.. aslında ya da sı yok bu işin. ne deniyorsa onu yapmak gerekli mi acaba diye içimden geçse de diye diye bir yere varılamıyacagının hatta şuanda cümle nereye vardı onun bile farkında değilim. sonuç artık hiç bir şey yok değil HİÇ BİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİL VE GEÇ DEĞİL BİR ŞEY İÇİN HİÇ BİR ŞEY..
    olsun hoşuma gidiyor yalan da olsa söyle ismail..

    YanıtlaSil
  2. söyleşi nerde lam

    YanıtlaSil