bana dedim, mavi yün kazak ör,
çilek reçelli bir dut ağacı altı kahvaltısında.
patır patır döküldü sonra gözleri, ben bi şiir yazacakmışım
ölümlü anneanneler ve kediler hakkında.
ağlama diyecekmişim anneme, ağlama.
her yanına çürük dutlar yağdı ilkokul önlüklerimin
gün kurusu masa örtülerine çiziktirdiğim hikayeler kasabada kaldı
ne ilk çakım ne ilk uçurtma makaram ne ilk tezgahım
hiç birine yetmedi küçüklük cebim
kırmızı yüksek gidonlu bisikletime bile
anneanne
sana bunların hiç birini anlatamadım
içimde büyüyen bir ırmaktı sesin
ölmek, mavi bir yün kazak kadar güzeldi bakınca gözlerine
sen gidince ben de denedim badem ve ceviz ayıklamayı
ama bir daha öyle şen olmadı sarı koltuklu mutfağımız
sonra o koltuk da gitti sonra kocaman duvar saatin
beyaz badanalı evlerle gökyüzü arasına bir şey girdi
üzgün bir yüzdü alyansın uyku tutmayınca yağmuru
ve senin tılsımlı rüyaların
benim mum gölgesinden korkan sesime benzerdi
beş yüzlük tesbihin de gelirdi akşam yemeğine
ve namazlardan sonra ferahfeza duaların
annemin gecelerini baharzaman bir okyanusa açardı
bana, mavi yün bir kazak ör anneanne
gelince giyerim
sana, yeni örgü ipleri, süslü tığlar ve beyaz yazmalar getiririm
elif cüzünden birkaç satır daha fısıldarsın
bir masaldan çıkıp gelir gibi gelir dedem
bir bakarsın vişneler olgunlaşır
gün doğumunda avuçlarını okşadığın güller
köydeki evin eteklerine toplanır
annemin yüzü pamuk şekerli bulutlarla bürünür
annemin ellerindeki çatlaklardan yaseminler dökülür
annemin çörek otlu börekleri rahmet kokar
annemin kanatları büyür büyür sıcak süt ve hurma olur
anneanne
gülsuyuyla arınıp yıkanmış ellerini yeniden aç semaya
gayri genişlesin
çamaşır ipiyle boğulurcasına daralan göğsümüz
mfaydoğmuş
otuzmartikibinonüç/istanbul
çilek reçelli bir dut ağacı altı kahvaltısında.
patır patır döküldü sonra gözleri, ben bi şiir yazacakmışım
ölümlü anneanneler ve kediler hakkında.
ağlama diyecekmişim anneme, ağlama.
her yanına çürük dutlar yağdı ilkokul önlüklerimin
gün kurusu masa örtülerine çiziktirdiğim hikayeler kasabada kaldı
ne ilk çakım ne ilk uçurtma makaram ne ilk tezgahım
hiç birine yetmedi küçüklük cebim
kırmızı yüksek gidonlu bisikletime bile
anneanne
sana bunların hiç birini anlatamadım
içimde büyüyen bir ırmaktı sesin
ölmek, mavi bir yün kazak kadar güzeldi bakınca gözlerine
sen gidince ben de denedim badem ve ceviz ayıklamayı
ama bir daha öyle şen olmadı sarı koltuklu mutfağımız
sonra o koltuk da gitti sonra kocaman duvar saatin
beyaz badanalı evlerle gökyüzü arasına bir şey girdi
üzgün bir yüzdü alyansın uyku tutmayınca yağmuru
ve senin tılsımlı rüyaların
benim mum gölgesinden korkan sesime benzerdi
beş yüzlük tesbihin de gelirdi akşam yemeğine
ve namazlardan sonra ferahfeza duaların
annemin gecelerini baharzaman bir okyanusa açardı
gelince giyerim
sana, yeni örgü ipleri, süslü tığlar ve beyaz yazmalar getiririm
elif cüzünden birkaç satır daha fısıldarsın
bir masaldan çıkıp gelir gibi gelir dedem
bir bakarsın vişneler olgunlaşır
gün doğumunda avuçlarını okşadığın güller
köydeki evin eteklerine toplanır
annemin yüzü pamuk şekerli bulutlarla bürünür
annemin ellerindeki çatlaklardan yaseminler dökülür
annemin çörek otlu börekleri rahmet kokar
annemin kanatları büyür büyür sıcak süt ve hurma olur
anneanne
gülsuyuyla arınıp yıkanmış ellerini yeniden aç semaya
gayri genişlesin
çamaşır ipiyle boğulurcasına daralan göğsümüz
mfaydoğmuş
otuzmartikibinonüç/istanbul
yer yer güçlü ve vurucu mısralar. "son halini" ilk kez neden bir şiir dergisinde okumadık ki sanki?
YanıtlaSilsanki sadece tek seferde bütün nefesi verebilecekmişim ve bir daha aynı soluğa ulaşamayacakmışım gibi hissediyorum ne oluyorsa bir anda oluyor. ama bu düşüncenizi değerlendirip zor da olsa kafa yormaya çalışacağım yeniden :)
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilUsta, harikalar diyarında yürüyüşe çıkarttın beni. Yüreğine sağlık.
YanıtlaSil