1 Ocak 2017 Pazar

Haymatlos



İki paket sigara içtim. Çaycının şarkı listesi yedi kere başa sardı. G. hala gelmedi.

Önümdeki masaya liseden kaçmış sevgililer, at yarışı oynayan bir adam, hamburgercide çalışan bir kadın oturdu kalktı. Hepsi istisnasız çay içti. Akşam ezanından sonra ayakkabı boyacısı çocuk benimle muhabbet etmeye çalıştı. Paramın olmadığına onu ikna edemedim. Kola ısmarladım. Kolasını içerken bir şeyler anlattı. Ne anlattığını hatırlamıyorum. Bir sigara istedi. Yaşına bakmadan verdim. “Sokaktakilerin yaşı olmaz ağabey” diyecekti onu uyarsaydım. Biliyorum. Sigarasını bitirince kalktı gitti. Kolasını yanına aldı. Meydanda birini bekler gibi duran takım elbiseli adamın yanına koştu. Adamın konuşmasına fırsat vermeden önünde diz çöktü, hızlı hızlı bir şeyler anlatmaya başladı. Bir yandan da adamın ayakkabılarından birini kapmaya çalışıyordu.

Onu uzaktan izlerken bir çay daha söyledim. Açlığımı iki simitle geçiştirdim. Yanında peynir de çekmedi değil canım ama bu durumda böylesi lükslere para harcayamazdım. G. gelirse belki yemek ısmarlar diye düşündüm. Öğleden beri onu bekliyordum. Telefon kulübesinden üç defa aradım, üçüncüde açtı. Başıma gelenleri anlattım. Canı sıkıldı, sesinden belliydi. Halı saha maçından sonra geleceğini söyledi. Nerede beklediğimi tarif ettikten sonra telefonu kapatıp çaycının önündeki kaldırıma gelişigüzel koyulmuş masaya döndüm.

G ile çocukluğumuzdan beri tanırdık birbirimizi. Hatta mahalledeki bakkalın çırağı bizi uzun yıllar kardeş zannetmişti. Aynı apartmanda yaşıyorduk. Altlı üstlüydü evlerimiz. Apartmanın arka balkonları, geceleri otopark gündüzleri futbol sahası olan arsaya bakardı. G, okuldan her dönüşünde üniformalarını çıkarmadan arsaya koşardı. Halime Teyze’den çok terlik yedi bu yüzden. Ben sevemedim maç yapmayı. G de bunu anlamış olacak ki beni hiç çağırmadı maçlara. Zaten hep hastaydım. Çocukluğumun uzun bir dönemi genzi yakan tentürdiyot kokulu hastane koridorlarında geçti. Göğüs hastalıkları bölümündeki bütün doktorları ve hemşireleri tanıyordum ve hepsinden nefret ediyordum. Her seferinde o berbat vişne suyundan veriyorlardı ve içmezsem bayılacağımı söylüyorlardı. Halbuki hiç bayılmamıştım!

Oturduğum sandalye çok rahatsızdı. Sanki insanlar hemen kalksın masayı uzun süre işgal etmesinler diye özenle yapılmıştı. Çayın tadı da berbattı. Midemi yakıyordu. Çay yerine ıhlamur söyledim. 2 lira daha pahalı olmasına rağmen mide ağrıma iyi gelebilirdi. Hem iki gündür sokaktaydım ve hasta olabilirdim. Böyle bir durumdayken hasta olmamalıydım. Ihlamurun yanında limon da istedim. Annem böyle şeylerin içine limon sıkmanın insanı hastalıklardan koruyacağını söylerdi.  Ayakkabı boyacısı çocuğa bakındım ona da ıhlamur ısmarlamak geldi içimden ama göremedim.

2001 yılının kışında çok hastalanmıştım annem limonlu bitki çayları içirmişti. O kış deli gibi kar yağmıştı arka bahçeye. Hatta arsaya park eden arabalar bile üç gün çıkamamışlardı oldukları yerden. Okullar tatil olmuştu. G ile arka bahçeye inip gizlice sigara içmiştik kar altında. Beni, dizimize kadar gelen karın içine yuvarlamıştı. Kalkıp ben de onu karın içine atmıştım. Deli gibi gülmüştük buna. Kahkahalarımızı duyan giriş kattaki İsa Amca cama çıkmış ve o sert bakışlarından birini atmıştı. Apar topar kaçmıştık. İsa Amca emekli albaydı. Karısı öldükten sonra onun ne güldüğüne ne de konuştuğuna kimse şahit olmamış. On iki yıl alt komşumuz olmasına rağmen ben de onunla konuştuğumu hiç hatırlamıyorum. Gece yarısına kadar televizyon izlerdi. Hep haberleri izlerdi. Arada bir de arka mahalledeki tekelden rakı alırdı. Onun büyük bir savaş gördüğünü ve savaşta bütün arkadaşlarını kaybettikten sonra konuşmama yemini ettiğini düşünürdüm hep. Karısıyla da konuşmazmış hiç. Kapıcı Cevriye Teyze anlatmıştı. Karısı öldükten sonra on yedi gün evden çıkmamış. Herhalde adamcağız da öldü deyip polisi çağırmışlar. Polis kapıyı kırıp içeri girince İsa Amcayı televizyonun karşısında sızmış halde bulmuşlar. O zamanlar çok içermiş. Tekelci Osman Abi ona rakı yetiştiremezmiş. İstisnasız herkes korkardı İsa Amca’dan. Mahalledeki çocuklar sokağa onun girdiğini görünce hemen arsaya kaçarlardı. Ama ben çok üzülürdüm İsa Amcaya. Diğer çocuklar gibi kaçmazdım. Apartmana girene kadar onu izlerdim. Ağır ağır cebinden anahtarı çıkarırdı. Birkaç sefer iyi akşamlar diye seslenmiştim bile ama galiba duymamıştı. G, İsa Amca ile ilgili korkunç hikayeler anlatırdı. Onunla konuşmamamı eğer sesimi beğenmezse beni öldüreceğini söylerdi. G, İsa Amca’nın geceleri dışarı çıktığını ve sesini beğenmediği insanları savaştan kalma silahıyla öldürdüğünü, gündüzleri de dışarı çıkmadığı için polislerin onu bulamadığını anlatırdı. G zaten hep böyle tuhaf hikayeler anlatırdı. Balkonda sabaha kadar otururduk hafta sonları. Halime Teyze bize börek ve içli köfte ikram ederdi. Herkes uyuduktan sonra G dolabında sakladığı sigarasını getirir, yakalanma korkusuyla hızlı hızlı içerdik. İlk sigaradan sonra mutlaka başımız dönerdi. G’nin iki tane Darth Vader maskesi vardı. Balkonun ışığını söndürüp gece sokaktan geçenleri korkutmak için o maskeleri takardık. Kimseyi korkutamamış olsak da bu bizim en büyük eğlencemizdi. Lise çağına geldiğimizde bile bu oyundan vazgeçmemiştik.

Lise son sınıfa gelmeden G ile yollarımız ayrılmak zorunda kaldı. Babam vergi dairesinde memurdu. Dairedeki müdürüyle sürekli kavga ederdi. Onun rüşvetçi olduğundan elli kere üstlerine dilekçe yazsa da hakkında hiçbir işlem yapılmadığından yakınıp dururdu. İşin sonunda babamı Tekirdağ’a yolladılar. Babamın tabiriyle ‘sürgün’ ettiler. Haberi aldığım o akşamı ne zaman hatırlasam göğsüm daralır. Babam eve gelince üzerini değiştirmeden mutfağa girmişti. Annem yemek hazırlıyor ben de balkonda oturmuş arsada maç yapan çocukları izliyordum. “Sonunda istediğini elde etti o mendebur adam, beni sürgüne yolluyorlar” dediğini duydum babamın. İçimde bir yerde devasa büyüklükteki camların patladığını hatırlıyorum. O gün gece yarısına kadar balkonda oturdum. Annemle babam biraz tartıştıktan sonra annem Halime Teyzelere gitti. Haberi öğrenen G yanıma geldi. Canım çok sıkkındı. Onların balkonunda olsaydık şimdi bir sigara yakardık diye düşündüm. “Üzülme oğlum aynı üniversiteye gideriz” diye teselli etmeye çalıştı beni. Ama ikimiz de biliyorduk ben G kadar çalışkan biri değildim. Kafam çok basmazdı derslere. Zaten okuldan da nefret ederdim. O İstanbul’da iyi bir üniversiteye yerleşti. Ben ilk sene kazanamadım. Tekirdağ’da bir yıl daha hazırlandıktan sonra da İstanbul’da bir yer tutturamadım.

Üniversiteyi kazandığım ilk yaz Bozcaada’ya tatile gittik. Tatil boyunca G’ye, biriktirdiğim her şeyi anlatmak için dur durak bilmeden konuştum. O kadar çok konuşmuştum ki G beni dinlemekten yorulmuş ‘Çok siyasi takılıyorsun oğlum boş işler bunlar” diyerek terslemişti. Sonraki yazlarda ise çok görüşemedik. Sanırım ona yaz planı için biraz geç haber veriyordum ve o da başkalarına çoktan söz vermiş oluyordu. Çok sonra duydum Halime Teyzeler de taşınmış o apartmandan. Kamil Amca’nın işleri iyi gitmiş ve geniş bir ev satın almışlar. Telefonlarını Cevriye Teyze’den alıp aradım hayırlı olsun için. G ile konuşurken nereden aklıma geldiyse Darth Vader maskelerini sordum. Taşınırken kaybolduğunu söyledi. İşte buna sahiden üzüldüm..

Bir çay daha söyledim. Kadıköy’den gelen son vapur iskeleye yanaşıyordu. İçinde neredeyse hiç kimse yoktu. Kalkıp telefon kulübesine gittim. G’yi bir kez daha aradım. Cevap vermedi. Tuhaf bir ürperti kapladı içimi. Sanırım onu aramakla hata etmiştim. Ama arayabilecek başka kimsem kalmamıştı ki! Oysa telefon kulübesine yürürken “Eski günlerin hatırına, bir gecelik de olsa evini mutlaka açar bana, balkonda sabahladığımız gecelerden hikayeler anlatırız birbirimize, başıma gelenleri filan bile anlatmam ona canını sıkmamak için, hatta bakarsın bu gece de kar yağar çocukluk zamanlarımızdaki gibi, her şeyi unutup deli gibi kahkahalar atarız” diye geçirmiştim içimden.


Çaycıya geri döndüm. Bir sigara daha yaktım. Karnım acıkmaya başlamıştı. Cebimdeki parayı yeniden saydım. Kaşarlı tost istedim. Çaycı, tost makinasını kapattığını söyledi. Keşke ayakkabı boyacısı çocuk burada olsaydı diye geçti içimden. Hesabı istedim.




1 yorum: