13 Ekim 2012 Cumartesi

Kalbim acıyor lan! diye bağırmadı. -diye bağırmalardan yorgundu. -diye sonlu cümlelerden.
Bir yolu vardı, dedi. Olmalıydı bir şey. Şey işte o şey her neyse işte o.
O, kalbin üstünde silik bir bulut gibi duran tedirgin boşluk mutlak bir yağmurla değiştirebilirdi adını.
Pek ala yol olmalıydı ora'ya çıkan. Bildiğimizden ötede bir yerde.
-diye bağırmadı. Belki de bağıramadı. Bağırmak büsbütün bir çözüm sunsaydı rıhtımda beklerdi elbet.
Elbet bir mezarlık bu kadar gürültülü gelmezdi o zaman.
O zaman bütün çaylar taze olurdu köşedeki çay ocağında
ve elbet bir kaç güvercin intiharından sonra vazgeçebilirlerdi uzak kentlere giden gemilere izin vermekten.

Ve olmadı gün battıktan sonra da bir şey.
Tahta bavullar tedavülden kaldırıldı alelacele
bir kaç işçi daha toprak altında veda etti kente
bir kaç ambulans daha huzursuzlandı
bir kaç polis daha şerit çekti sigara izmaritlerinin üzerine.


Sana anlatabilecek hikayelerim buncacık işte.
Ama bahsetmeyeceğim ellerimi taze toprağa gömdüğümde duyduğum şarkılardan, fecre yakın havalanan sığırcıklardan, erik ağacının çiçek açtığı sabahlarda göğsüme doluşan çocukluğumdan
çocuklardan. Onlara bakarken içimdeki kuyulardan nasıl su çekildiğinden, nasıl göğün orta yerinden ayrıldığından, 'gün batımında trene veda' cümlesinin dünyanın en hüzünlü kadınlarını neden çağrıştırdığından. Bahsetmeyeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder