18 Mayıs 2011 Çarşamba

Kar ve Kahve

"Kar yağıyor" diyor çaycı,"Havalar iyice soğudu." Bu sefer abartmıyor. Çünkü ağaçlar kırılıyor nazenin yerlerinden ve durmaksızın vuruyor camlara küçücük kar taneleri.
Bir eski kahvehanede,yeni moda sobanın sıcağında eski muhabbetler,yaşlı adamların kırışmış göz izlerinde..
"Ne işim var benim İstanbul'da,gidip zeytin işine girelim,aylık en az üç lira kazanırız,hem de yattığımız yerden" diyor,uzun boylu,haylice beyaz saçlı olan.Önünde yarısı çözülmüş haftasonu bulmacası ve okuma gözlüğü. Neden sonra gözüme ilişiyor,kahvenin ortasındaki kolonun ardında,tek başına ama gerçekten hiç bir şey yapmayan,haddinden fazla zayıf,yaşlı adam. Sakalları nereden baksan en az bir aylık ve kareli ceketinin kolları "aşınmak" kelimesinin anlamını fazlasıyla doldurmuş./Televizyonda magazin artıkları/.Biraz etrafa bakınıyor,bir şey arayan gözlerle. Kalkıp yan masadaki gazeteyi alıyor. Yavaşça ve topallayarak. Tekrar oturuyor yerine. Masayı boydan boya kaplayan,vişne çürüğü,kenarlarından mandalla tutturulmuş,yanık izleri fazlaca bir masa örtüsü. Rasgele açtığı gazeteden kendi duyacağı kadar sesli,ama sesli,bir şeyler okuyor.Okumayı yeni söken ürkek ilkokul çocukları gibi kekeliyor. /Televizyonda magazin artıkları-Yeni bir popçunun hayvan sevgisini irdeliyorlar.Bayağı bayağı irdeliyorlar yani/.
Kahvenin camına birisi vuruyor.Buğulanmış camı koluyla silmeye çalışarak "iki çay" diyor,dilsiz bir adamın elleriyle. Kar yağıyor.
Kahvede sigara içmek yasak. Halbuki o beyaz duvarlı,deri koltuklu ,kocaman tabloları olan restorantta içiyorlardı sigara ve kimse karışmıyordu. Hatta duvarda "Sigara içenlere 4207 sayılı kanun gereği idari para cezası uygulanacaktır" bile yazıyordu. Ceza,tam tamına altmışiki türk lirası. Ama herkes içiyordu orada.
Çaycı,demir kapıyı aralayarak dışarı çıkıyor. Elinde iki çay. Camın arkasındaki adamlara veriyor. Adamlar,hayli eski,kahverengi ceketli olan ve kalın bıyıklı,esmer,kirli sakalllı olan,işçi elleriyle,kar altında sigara içiyorlar. Omuzlarından belli üşüdükleri.
Kar ve rüzgar artıyor gitgide. Kolonun arkasında oturan adam,elinde gazetesi,okumayı unuttuğu,dalıp gidiyor kar'a. Gözlerinde çaresiz bir keder hüküm sürüyor. Çizgilerinden belli ellerinin. Çaycı,bir kavgayı anlatıyor,çok da heyecanlı olmayan bir sesle. Okuma gözlüğünü sallayarak,yaşlı ve sesi haylice bozulmuş bir adam,öksürüklerle,mahkeme sürecinin nasıl gelişeceğini anlatıyor. "İlk davaya sen git mutlaka.."diyor ve yine bir öksürük tutuyor. Tam o anda yan masada batak oynayan ve çok da yaşlı olmayan,kırk bilemedin kırk beş yaşlarında,ömründen fazla kelime cambazlığı yaptığı ayakkabılarından belli adam,kupa asını bir hışımla vuruyor masaya ve gülerek topluyor desteleri. /Televizyonda reklamlar-kırmızı,fiyakalı bir arabayla,uzun boylu bir manken,villasına yanaşıyor/.Kolonun arkasında,hayli eski ceketli,suskun adam,topallayarak kalkıyor oturduğu yerden.Kapıya yöneliyor.Çay ocağının yanında duran asker yeşili,telefon(bindokuzyüzlerden kalma) çalacak gibi oluyor.Çalmıyor.Hayli yavaş,hayli suskun,adam,kahvehaneden tam çıkacakken duraksıyor. Geri geliyor. Duvarda sırını fazlaca kaybetmiş aynada saçlarını düzeltiyor,ne kadar düzelmek denirse buna. Topallayarak çıkıyorkahveden.Önce ceplerini yokluyor. Sonra kayboluyor yokuşta adım adım. Ayakkabıları parlak adam,tam o sırada sinek valesini şiddetle masaya vuruyor,yine. Anlıyorsunuz koz olduğunu. Çaycı da çıkıyor kahveden. Kapının önünde yine bir sigara yakıyor. Sigarası Parliament. Sırtını kapıya dayayıp kar'ı izliyor.Rüzgar artıyor.


ikibinonbiristanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder