10 Haziran 2012 Pazar

Sevmek gibi başlıyor zaman. Sevmek gibi geliyor ölüm.


Zamana yukarıdan bakınca tek bir parça. Başı ve sonuyla birlikte. Dağılan ve toparlanan yanlarıyla.

Sevmek ve ölmek gibi geçiyor zaman.

Kırarak naif yanlarımızı ve inciterek hep daha fazlasıyla, hep daha fazlasıyla. Ada'ya yağmur yağıyor sonra. Sait Faik uyukladığı kayıktan usulca doğruluyor ufka doğru, sisler içinden bir kayıkçı geçiyor, ağına ıstakozlar doldurmuş gururla. Sait Faik gülümsüyor. Yangına veriyor şehrin orta yerindeki konağı küçük çocuklar. Oyun gibi geliyor yaşamak, her birimize. Birazdan akşam ezanı okunacak ve annelerimiz balkonlardan adımızla çağıracak akşam yemeğine, her birimizi. Kapıda çıkaracağız çoraplarımızı, hemen banyoya yollanacağız, annelerimizin kızmalarına çok da içerlemeden hatta aynadaki kirli halimize gülerek biraz da, durulanacağız sabun kokulu havlulara. Havluların ucunda iğne oyalı hatıralar takılacak gözümüze. Çocuğuz, anlamlandıramayacağız küçük, kırmızı iplerden örülmüş narin çiçekleri. Anlamlandıramayacağız bir gece yarısı birdenbire, sabun kokulu havluları bile almadan yanımıza, bir başka şehre taşınışları.

Sevememek gibi geçiyor çocuklar nehir kıyısından sevememek gibi büyüyorlar ve zift bulaşıyor küçük ellerine. Sevememek gibi geçiyor zaman.

Rüzgara vererek tüm çorak kalmış yanlarımızı ve isli bir yalnızlık içinde pejmürde şiirler öğreterek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder