22 Kasım 2011 Salı

eskiden yazılar yazardık parşömenlere. parşömen göğe dağılsın ve zerre adedince hatıramız ve zerre ömrünce anı olarak..

Eddie Vedder - The Times They Are A Changin'

eskiden böyle şeyler olmazdı. işten çıkmazdık mesela eskiden.henüz eskimemişken. bir kaç defa da olsa bilye oynamışlığım vardı mesela. eskiden küçüktük ve gizli gizli sigara içmek hayatımızın en büyük heycanıydı. sis çökerdi sonra istanbula,sisin içinden koşardım,en sevdiğimdi. böyle değildi hiç bir şey önceden. böyle birdenbire karanlık çökmüyordu böyle penceresiz olmuyordu odam,ev böyle sessizliğe boğulmuyordu,göğsümün üstünde her an beni boğmak için bekleyen rutubetli bir piton yılanı durmuyordu. power rangers oluyorduk,bir kere şeker veren kıza aşık olabiliyorrduk,sayıların hiç bir önemi yoktu kelimelerin yanında ve tahtaya her son derste çizilen tweetyle konuşan insanlar saçma gelse de yağmuru seviyordum. doludan korkuyordum. hava gün ortasında kararınca kıyamet kopacak sanıyordum ve izmirden nefret ediyordum. izmire kar da yağmıyordu zaten. izmir..bir buruk yalnızlaşlma-yozlaşma öncü çocukluğu. ilk aşk,ilk şiir,ilk gizli defter,ilk suskunluk. ilk kez arkadaş diye bir şeyin varlığına da orda hasıl olmuştum ya. konakta yüzüklerin efendisini izlediğim şan sinemasını nasıl unutabilirimki. ya da karşıayaka D&R'ı. haftasonuydu. yurttan izinliydim. alsancaktan vapura binip karşıyakaya geçmiştim. eve gitmeyi sevmiyordum,haftasonları bile. çocuktum.küçücük ellerim kocaman dişlerim vardı. vapur dehşet derecede güzel gelmişti bana. bulutlu bir havaydı. dokunsan yağmur yağıcaktı körfeze. körfez o zamanlar nasıl bunaltıcı olurdu. vapur ne güzeldi. alsancakın kaldrımları sonra.. karşıyakada indim vapurdan. iskelenin üstünde D&R vardı. zaten başka hiç bir yer bilmiyordum karşıyakada. öyle daldım içeri. alt katta müzik-film cd leri vardı. asma kata çıktım. her yer kitapla doluydu. küçücük kalmıştım onların yanında. ağır koyu yeşil ve ahşap renkliydi her yer. kadife kelimesini hatırlatıyor orası şimdi bana. elimde küçük beyaz bir poşet,poşetin içinde kocaman erikler vardı. hem kitaplara bakıyor,rafların önünden yürüyor hem de poşetimdeki erikleri yiyordum. da vincinin çizimleri olan bi kitap vardı biraz ona bakmıştı hatta çıplak insan figürlerine gülmüştüm gizli gizli. o kitabı bırakıp biraz ilerledim. bu sefer national geographic e ait devasa bi fotoğraf albümü görmüştüm. kitap neredeyse boyum kadardı. güç bela aldım kitabı,hemen orda yere oturup fotoğraflara bakmaya başladım. sağ yanağımı şişiren eiği yemeği unutmuştum,öylece duruyordu orda.çünkü harika fotoğraflar vardı. kocaman bir şelale..devasa koyulukta inanılmaz yeşile boyanmış ağaçların altında upuzun,ıssız,sessiz,puslu bir nehir sonra..sonra birden yükselmeye başladım,kitap kucağımdan düşüyordu,tutmaya çalıştım beceremedim,güç bela erik poşetime yapıştım. iki kolumda iki adam vardı ve beni yukarı kaldırıyorlardı. gri gömlekleri,bellerinde silahları ve yıldız şeklinde plastik sarısından rozetleri vardı. nolduğunu anlamamıştım. gerçekten her şey ama her şey anlamsız geliyordu. beni bi odaya götürdüler. neredeyse karanlık derecesinde loştu. havalandırmanın kulakları sağır eden gürültüsü duyuluyordu. deli gibi korkmuştum. ama dik durmaya çalışıyordum. ne kadar dik durursam durayım yine de amaların göğsüne kadar bile gelemiyordum. ani bir hareketle ceplerime ellerini daldırdı iki adamdan biri,bir diğer adam daha vardı,o da kapının önünde duruyordu.karanlıktı. sonra erik poşetimin içine baktılar. hala anlam veremiyordum olup bitene. sustuk bir müddet. o anda havalandırma da susmuştu. tüm dünya susmuştu sanki o an. bir diğer rozetli " tamam gidebilirsin" dedi sonra. bulanık bir rüyaydı tüm dünya,nereye gideceğimi bilmeden kapıya yöneldim,mağazanın içine açılıyordu kapı. deli gibi dolaşmak istiyordum mağazayı ama korkmuştum. hemen aşağıya,iskeleye indim. bankta oturdum biraz. rüzgar çıkmıştı. deniz dalgalanmıştı. o zaman anladım,beni hırsız sanmışlardı. içimde bir yer fena bir şekilde incinmişti. işin belası o zamanlar küfür etmeyi bilmiyordum. 
ilk vapurla geri dönmüştüm alsancak'a. büfeden dometesli,kaşarlı tost yemiştim. sonra yurda geri dönüp walkmanime yeni pilleri takmıştım. o zamanlar sadece müzik dinlerdim. neredeyse kimseyle konuşmadan. zaten konuşmayı pek sevmezdim. ama masa tenisi oynamayı da severdim. etütleri kırıp masa tenisi oynamak çok keyifli gelirdi. yakalanınca dayak yemesi başka bir konuya mevzu bahis tabi. siz hiç küçük bir çocuğun etütten kaçıp masa tenisi oynadı diye dayak yediğini gördünüz mü? ben gördüm,çok tuhaftı.
okulun bahçesinin karşısında bir zeytinlik vardı. orayı severdim. arka bahçede bir yer vardı,orayı neredeyse kimse bilmezdi. zeytinliğe geçilebiliyordu ordan. her akşam okul çıkışında oraya giderdim. bir kaz'ın yuvası vardı orda. bir sürü yumurtanın üstünde otururdu. her okul çıkışında gidip onu izlerdim biraz,sonra yurda çıkardım. bazen aşçıyla karşılardım,aşçımız çok iyi bir adamdı. Nuh Usta. çiçekleri çok severdi. bi gün beni alıp terasta bir yere götürmüştü. çocuk olmama rağmen benimle büyükmüşüm gibi konuşurdu. terastaki çiçeklerini göstermişti bana o gün ve o gün ilk defa hayatımda kadife gülü'nü görmüştüm.siyaha yakın bir kırmızılıktaki bu gül benim aklımı başımdan almıştı. öyle çok beğendiğimi gören Nuh Usta solmakta olan kadife güllerinden bir tanesini koparıp bana vermişti.öyle mutlu olmuştum ki. Nuh Ustayı ne zaman görsem, "Nuh amca ne ne zaman kabak tatlısı yapıcaksın" derdim. çok güzel kabak tatlısı yapardı ve bana en az üç porsiyon verirdi. kim bilir şimdi nerde. 
yurdun sokağındaki caminin duvarında bir yazı yazardı,yıllar geçse de unutmadığım, "istemem nakl-ü cenazemde çeleng-ü aheng/debdebe ile gidilir saha değildir makber"
hatırladıkça hatıraları hatrıma gelir bu cümlecik. kabak tatlısı,kadife gülleri,arka bahçedeki erik ağacı,korkudan tirtir titrediğim yurttaki ilk ve uykusuz gecem..şimdi hepsi uzak çok uzak bir düş gibi..şimdi hepsi bende..şimdi hepsi içimde bir kapı.
hatırlarım hala o zamanki aşklarımı dahi. E. A. vardı. garip bir kızdı. yarı umursamaz yarı utangaç,nerden baksan erkek gibi kız diceen nerden baksan duygusuz ama bi okdar aşık gizli gizli,çocuk kalplerle aşk nasıl uyuşursa öyle kücük,heycanlı..boks falan yapardı.hatta bi defasında onu sinirlendirmiştim ve dudağımı patlatmıştı. şimdi tuhaf bi tebessümle andığım zamanlar..en son on altı yaşımda görüşmüştük onunla. benim için kocaman gri bir atkı örmüştü.istanbuldaydım artık. ilk defa kargo almıştım o zman hayatımda. atkının içinden "bir leyla düşlemesi" die bi kitap çıkmıştı. ne sunta adammışım kıza bi geri hediye bi şey yollamamıştım. çok da görüşmemiştik sonra zaten. 
Bir memduh var.ama onu sonra anlatıcam.

şimdi tüm bunları niye anlattım bilmiyorumki.
aslında anlatmak istediğim daha milyonlarca şey var. ama,

"Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlaterı ve Ackleyyi bile, sözgelimi. Sanırım o lanet Mauricei bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."


http://www.geolocation.ws/v/P/50297844/karyaka-vapur-skelesi/en







1 yorum:

  1. ooo holden'ın cümlelerinden alıntı yapmışız. her ne kadar dünya edebiyatında çok mühim ve bağımsız bir karakter olsa da bu alıntı pek karakterli ikinci sevgilinin kulaklarını çınlatmaya yeter zannediyorum. nitekim seni holden'a benzettiğini ve zaman zaman özlediğini söyleyen de oydu. zaten anlatmaktan özlemekten bahseden son sayfadan alıntı var. uuu beybiii! olaylar olaylar..

    YanıtlaSil