18 Kasım 2011 Cuma

Biraz önce uyandım. ne ara uyudum bilmiyorum aslında. aslında kitap okuyordum. içinde dilemma
 kelimesi geçen. sonra köpek sesleri duydum.uyandım. uyuduğumu hiç hatırlamadan. kitap hala kaldığı yerdeydi ve sanki kendi kendine okunulmaya devam ediyordu. an'ın içine hapsolmuştu tüm hikeye ve sonsuz bir döngüyle yenileniyor yineleniyordu hikaye orda uzakta quarkların içinde bi yerde süreksizce.çünkü kıyamet netti. -di li geçmiş zamanda kıyameti anmak nasıl bir anlamsızlıksa gecenin yarıya yakın vaktinde ve şimdi. tıpkı dönen bir çember gibi. ve tıpkı Ane Brun'un  'The Dancer' şarkısı gibi. onda da öyle bir şey var. 
şimdi ben de ne var? uyurken köpek havlamalarını duyabiliyor muydum sahi? 19kasım.ikibinonbir.evimdeyim ve lanet şekilde yorgunum. aristonun poetikasından sınavım var. kızlara , poetikadan aşırdığım kelimeler bu sefer yeterli olmayabilir.lanet şekilde yorgunum ve şimdi tam şu anda kar altında bere takmak istiyorum turuncu sokak lambası filan. bereden nefret ederim halbuki. halbuki canım hiç bir şey yazmak istemiyor şimdi ve biliyorumki yazdıktan sonra sileceğim yine. sileceğim kelimesini silicem diye okuyoruz halbuki sileceğim ne mide bulantısı bi kelimeymiş yazılınca böyle.aptal türk filmlerindeki aptal kadınlar gibi. gerçekten gerizekalı kelimesini seviyorum ama. bazen sırf iltifat etmek için gerizekalı diyorum karşımdakine gülerek. bıçaksırtı bi monalisa gülümsemesi beliriyor suratlarında insanların bu iltifat karşısında. hoşuma gidiyor bu halleri. tedirgin bi heves gibi.


saat ilerliyor.uykum yok. evde kimse nefes almıyor. köpekler de sustu. tuhaf bi his. tek başınaymışsın gibi sanki. bişeyler atıştırdım mutfakta. two and half man i izledim biraz. cnbce de denk geliyorum geceleri bazen. biraz gülüyorum. bu sefer berbattı ama. hazırladıım sandvic gibi.
ama bir defasında dehşet bi sandvic yemiştim hayatımda ilk defa okadar büyük kocaman ve lezzetli güneşli bi sandvic görüyordum lanet sandvic ne kadar lezzetlydı hiç bitmesin istemiştim. karşımda yirmi üç tane güneş gözlüklü adam oturuyordu hepsinin elinde beyaz kağıt vardı. önce halka oluşturup bir şeyler konuştu ortadaki daha koyu güneş gözlüğü olan adam. parkta onlar ben ve Luna vardı.sabahın vaktinde o kadar janti ve güneş gözlüklü adamın beyaz kağıtlarla ne işi olduğunu bir türlü anlamamıştım.sonra halka dağıldı. asimetrik şekilde kanepelere oturdular. beyaz kağıtlara bir şeyler yazıyorlardı. gerçekten çok saçmaydılar. bir kitap vardı .ben kahkahayla gülmüştüm. ayakkabılarımla bağladıktan sonra.hepsi duymuştu yemin edebilirdim ama biri olsun dönüp bakmadı. beyaz kağıtta 23 güneş gözlüklü lanet adam vasiyetlerini mi yazıyorlardı hayatı bunca ciddiye aldıktan sonra,anlamadım. 
sonra kalktım gittim. kumsala indim. deniz huzur veriyordu. ruhuma. deniz muhteşemdi. deniz bir daha öyle olmadı muhtemelen. muhtemelen bir daha öylesi.sabahtı ve bir sigara içtim sadece lanet bir sigara ve güneş ışık hızının beş milyon katı hızla battı. sigaram yarıya gelmeden yıldız bile çıktı.ölü gezegen artıkları. sonra Luna. Ölü bir gezegenin son ışığı?
hep düşünürüm,ışığının erişebildiği yıldızlar ölmüş çoktan derler ya hani. hani bazıları hala hayattadır derler ama. peki Luna? ölü bir gezegenden çok daha fazlası. rikkatli bir rayiha. karmarışıklaştıran alfabesizlik. ve 23 güneş gözlüklü beyaz kağıtlı janti adam bir de. ellerinde kalemler resim yapıyorlar.berbat bir eskiz,yüzüme dair,tadsız.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder